Güncelleme Tarihi April, 16 2025
Bu blogun yazıldığı 15 Nisan 2025 itibariyle Türkiye’nin ilk iklim kanunu teklifi tekrar düzenlenmek üzere geri çekildi. İklim STK’ları kanun teklifi sürecinin başından beri adil, şeffaf katılımcı ve hesap verebilir olmasına ilişkin taleplerini dile getirmekteydi. Bugün itibariyle gelinen nokta, kanunun bu talepleri içerecek şekilde iyileştirilmesi için büyük bir fırsat. Ancak kanunun TBMM’de görüşülme süreci, iklim STK’larının itirazları ve taleplerinin yanı sıra pek çok asılsız iddianın sosyal mecralarda dolaşıma girmesine de sahne oldu. Bu iddialar iklim krizi inkarcılığından, kişisel hak ve hürriyetlerin kısıtlanma iddialarına kadar geniş bir yelpazedeydi. Yaşanan bilgi kirliliği ve bilimsel gerçeklerden kopuk söylemler iklim krizinde gelinen kritik eşiklerde kamuoyunda kafa karışıklığına yol açarak atılacak adımları geciktirmektedir. Oysa iklim krizi şimdi, burada. Hem var, hem de acil.
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) verilerine göre 2024 yılı gezegenimizde sıcaklığın takip edildiği geçtiğimiz 175 yıl içerisinde kaydedilen en sıcak yıl, yeryüzü ortalama sıcaklığının ise 1.5°C’nin üzerinde seyrettiği ilk takvim yılı oldu. Bununla beraber geçtiğimiz 10 yıllık dönemde her yıl gezegenimizde ölçülen ortalama sıcaklık önceki döneme kıyasla rekor kırdı. Bu durum, deniz seviyesinde artış; kuraklık; sıcak hava dalgaları; yangına elverişli hava koşulları; sel, fırtına vb. doğal afetler de dahil olmak üzere bir dizi riski tetikliyor. WMO verileri dünyada son 50 yıl içerisinde ortalama her gün hava, iklim veya su tehlikesiyle ilişkili bir afet meydana geldiğini, bu afetlerin günde ortalama 115 can kaybına ve 202 milyon ABD doları ekonomik kayba neden olduğuna işaret ediyor. Bu afetlerin neden olduğu toplam can kaybı 2 milyonun üzerinde.
Her yıl artmaya devam eden sera gazı emisyonları geçtiğimiz yıl rekor seviyeye ulaştı. Sanayileşme sonrası geçtiğimiz 150 yıl içerisinde atmosferdeki sera gazı emisyonu yoğunluğu %50’nin üzerinde arttı. %70’inden fazlasının fosil yakıt kullanımından kaynaklandığı bilinen bu son dönemdeki emisyon artışının küresel ısınmaya neden olduğu ve bu durumun insan kaynaklı olduğu bilim insanlarının uzlaştığı bir gerçek.
Fosil yakıtlardan vazgeçmez ve atmosfere saldığımız sera gazı miktarını artırmaya devam edersek küresel ortalama sıcaklık artışı içinde bulunduğumuz yüzyıl sonunda 4°C'yi bulabilir. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) öngörüleri, böyle bir senaryoda önümüzdeki 25 yıl içerisinde tarım alanlarının %10'unu kaybedebileceğimize (bu oran yüzyıl sonunda %30'u bulabilir) ve 80 milyon insanın açlık riskiyle karşı karşıya kalabileceğine, diğer yandan aşırı sıcaklar, yetersiz beslenme ve bulaşıcı hastalıklar sonucu yılda 250 bin insanın hayatını kaybedebileceğine işaret ediyor.
Türkiye, Akdeniz havzasında yer alması sebebiyle iklim krizinin etkilerini en fazla hisseden ülkelerden biri.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) verileri Türkiye genelinde 2024 yılı Haziran ayının son 53 yılın en sıcak haziran ayı olarak kaydedildiğine, bununla beraber aynı dönemde yağışların 1990-2020 dönemi ortalamasına kıyasla %65 azaldığına işaret ediyor.
Öte yandan, MGM’nin 2023 yılı Meteorolojik Afetler Değerlendirmesi raporundaki veriler ise Türkiye’de iklimle ilişkili doğal afetlerin sayısının 2000’li yılların başından bu yana 10 katın üzerinde arttığını gösteriyor.
Küresel krize karşı küresel iş birliği : Paris Anlaşması İklim krizi küresel bir sorun ve bu sorunla mücadele etmek küresel iş birliğini gerektiriyor. Çünkü iklim krizinin sonuçları sınırları aşıyor. 2015 yılında imzalanan, 195 ülkeyi içeren, Türkiye’nin ise 2021 yılı sonunda taraf olduğu Paris Anlaşması küresel ortalama sıcak artışının gezegenimiz için kabul edilebilir eşik olan 1.5°C sınırlandırılması ve ülkelerin iklim krizinin şimdiden kendini gösteren etkilerine karşı uyum kapasitelerini geliştirebilmeleri için ihtiyaç duyulan iş birliğinin zeminini oluşturuyor.
Dünyada en fazla emisyona neden olan 14. ülke olan ve bir G20 ülkesi olan Türkiye’nin emisyonlarını azaltması, iklim kriziylemücadelede uluslararası toplumun sorumlu bir üyesi olmasının gerekliliği yanında Avrupa Birliği ile olan ticari ilişkisinin de getirdiği kaçınılmaz bir adım. Türkiye’nin ihracatının yarısına yakınını gerçekleştirdiği Avrupa Birliği, 2026 yılından itibaren demir çelik, çimento, gübre, alüminyum gibi yüksek karbon yoğunluğu bulunan ürünler için sınırda karbon düzenlemesini uygulamaya başlayacak. Karbondioksit emisyonlarının takip edilip vergilendirilmediği/ücretlendirilmediği ülkeler bu düzenleme karşısında dezavantajlı konumda kalacak.
İklim kriziyle etkin mücadele için nasıl bir yasal düzenlemeye ihtiyaç var?
🔸Toplumun her kesiminin sesini duyuran, kapsayıcı, katılımcı ve bilimi esas alan bir kanuna ihtiyaç var. Bu amaçla kanun kapsamında koyulacak hedeflerin belirlenmesi ve izlenmesi için bağımsız bilimsel bir danışma kurulunun oluşturulmasını talep ediyoruz.
🔸İklim kriziyle artan sellere, yangınlara, kuraklığa ve aşırı sıcağa karşı bizi dirençli hale getirecek uyum tedbirleri güçlendirilmeli. Kanun bu çerçevede somut süreç ve adımlar tanımlamalı.
🔸Doğa, iklim kriziyle mücadelede en büyük müttefikimiz. Son 10 yılda neden olduğumuz sera gazının %54’ü denizler, bitkiler, toprak ve hayvanlar sayesinde tutuldu. Biyolojik çeşitlilik ve doğal ekosistemlerin korunmasını temel ilke olarak kabul etmeli, bu doğrultuda karasal, denizel ve sulak alanlarda korunan alanların oranının 2030 yılına kadar en az %30’a çıkarılmasını hedeflemeliyiz.
🔸İklim kriziyle mücadele başta enerji olmak üzere tüm ekonomik sektörlerde kapsamlı bir dönüşümü gerektiriyor. Bununla beraber, adil, güvenli ve sağlıklı ortamda çalışmak herkesin hakkı. İklim kriziyle mücadele ederken hiç kimsenin sosyal ve ekonomik olarak geride kalmadığı bir dönüşüm için adil geçiş mekanizması kanunda tanımlanmalı.
🔸İklim değişikliğine bağlı küresel sıcaklık artışlarını 1.5°C'de sınırlandırmak tüm ülkelerin sorumluluğu. Kanun bu doğrultuda 1.5°C eşiği ve 2053 net sıfır hedefiyle uyumlu olarak sera gazlarını bugünden itibaren azaltmayı hedeflemeli.
🔸Enerjide dışa bağımlılık bizi her gün fakirleştiriyor. Avrupa’nın en yüksek yenilenebilir enerji potansiyeline sahip ülkelerinden biri olan Türkiye’de doğa ile uyumlu iddialı yenilenebilir hedefleri garanti altına alınmalı.
🔸Aşırı sıcaklıklar, kuraklık ve aşırı hava olayları karşısında tarımın korunması ve gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla doğal ekosistemlerin, biyolojik çeşitliliğin koruma kullanma dengesinin gözetilmesi ile tarım faaliyetlerinde doğa temelli çözümleri ve su bütçesini dikkate alan planlama ve uygulama araçları geliştirilmesini sağlayan düzenlemelere ihtiyaç var.
🔸Temiz havaya, suya ve toprağa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Kömür gibi kirli yakıtlar doğamızı ve bizi zehirliyor. İklim kanunu elektrik üretiminde kömürden çıkışı hedeflemeli.
İklim kanunu teklifinde neler eksikti?
🔸Kanunun uygulanmasında denetim ve şeffaflığı sağlayacak bağımsız bir Bilimsel Danışma Kurulu bulunmuyordu.
🔸İklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının azaltımına yönelik somut hedefler yer almıyordu.
🔸Kömür başta olmak üzere fosil yakıt kullanımını sonlandıracak bir plan sunulmuyordu.
🔸Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), esas amacı olan emisyon azaltımını sağlayacak yapıda değildi
Ayrıca iklim adaletini sağlama iddiasıyla Meclise gelen yasa, bunu hayata geçirecek somut adımları içermiyordu:
🔸Teknolojik ve ekonomik dönüşüm geçirecek sektörlerdeki işçileri ve yöre halkını koruyacak bir adil geçiş mekanizması yer almıyordu.
🔸Kırılgan grupları iklim krizinin neden olduğu kayıp ve zararlardan koruyacak düzenlemeler tanımlanmıyordu.
🔸ETS’den elde edilecek gelirlerin toplumun yararına kullanılmasına yönelik bir düzenleme bulunmuyor; gelirler yalnızca özel sektörün yeşil dönüşümüne ayrılıyordu.
🔸Kanunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin iklim krizine karşı insan haklarının korunmasıyla ilgili devletlerin uyması için belirlediği standartlar esas alınmıyordu.
Önümüzde tüm bu eksikleri tamamlamak için tarihi bir fırsat var. Milletvekilllerine ve TBMM Çevre Komisyonu üyelerine adil, şeffaf, katılımcı ve hesap verebilir bir İklim Kanunu çağrımızı tekrarlıyoruz.
Bu eksiklerin giderildiği bir kanun demokrasinin beşinci gücü sivil toplumun görüşleri alınarak hazırlanmalıdır.
Kamuoyunda tartışma yaratan konular ve gerçekler / Kanunla ilgili sıkça dile getirilen iddialar ve mevcut durum:
🔸 “İklim kanunu küresel çıkar gruplarının işidir.”
Gerçek: Gezegenimizin geleceğini tehdit eden iklim kriziyle mücadele bir çıkar grubunun değil tüm toplumun ve uluslararası toplumun meselesidir. Ayrıca iklim krizinin en yoğun ölçüde toplumların ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerini etkilediği gerçeğini unutmamalıyız. Bununla beraber, Türkiye’deki mevcut kanun taslağının toplumun genelinden ziyade iş dünyasının görüşleri dikkate alınarak hazırlandığı doğrudur. İklim STK’ları bu gerçeğe teklifin gündeme geldiği sürecin en başından bu yana dikkat çekmekte, denetim mekanizmaları, bağımsız bilimsel danışma kurulu ve adil geçiş mekanizmasının kanuna dahil edilmesinin önemini vurgulamaktadır.
🔸 “Türkiye neden bu kanunu çıkarıyor? Önce, daha çok kirleten ülkeler adım atsın.”
Gerçek: Küresel bir sorun olan iklim kriziyle mücadele uluslararası toplumun tüm üyelerinin katkısını gerektiriyor. Bir G20 ülkesi olan ve en fazla emisyona neden olan 14. ülke konumunda bulunan Türkiye’nin bu kapsamda azımsanamayacak bir sorumluluğu bulunuyor. Öte yandan, üretimin karbonsuzlaştırılması ekonomimizin geleceği için de kritik. Türkiye’nin ihracatının yarısına yakınını gerçekleştirdiği Avrupa Birliği, önümüzdeki yıldan itibaren sınırda karbon düzenlemesi mekanizmasını hayata geçirmeyi planlıyor. Türkiye emisyonlarını azaltmaya yönelik somut adımlar atmazsa ticareti önemli ölçüde etkilenebilir.
🔸 “Kanun çok piyasa odaklı.”
Gerçek: Emisyon ticareti sistemi (ETS) ve karbon vergisi sera gazı emisyonlarının azaltılmasında kullanılan en yaygın piyasa mekanizmalarıdır. Bununla beraber, bu mekanizmaların başarısı etkin biçimde düzenlenmelerine bağlıdır. Taslak İklim Kanunu içerisinde Türkiye’de bir ETS kurulması öngörülmekte. Ancak bu sistem kanunda düzenlendiği şekliyle emisyon yoğun sektörlere bir dizi esneklik sunuyor. Dolayısıyla kanunda düzenlenen ETS mevcut haliyle emisyon azaltımına hizmet etmeyecek. Diğer yandan, iklim kriziyle mücadelede piyasa mekanizmalarının yanında bir dizi adıma da ihtiyaç bulunuyor. İklim Kanunları ülkelerin iklim kriziyle mücadelesini düzenleyen en üst seviyedeki yasal düzenlemeleri olmaları nedeniyle geniş kapsamlı biçimde tanımlanmalı, bu kapsamda iklim kriziylemücadeleyi tüm politika alanlarının merkezine koymalıdır. Oysa TBMM’de tartışılan mevcut kanun tasarısı büyük ölçüde ETS’yi kapsıyor.
🔸 “Tarım bitecek, küresel şirketler tarım ve hayvancılığımızı bitirecek, bahçemize ata tohumu bile ekemeyeceğiz.”
Gerçek: İklim değişikliğiyle beraber artan dönemsel kuraklık tarımda verimliliği ve dolayısıyla gıda güvenliğini doğrudan etkileyecek. Kanun teklifinde tarım için iklim krizine uyumu hedefleyen düzenlemeler yer almakta ancak bunlar daha çok genel bir çerçevede değinilmiştir. Kanun, tarımda iklim risklerini dikkate alacak biçimde ekosistem temelli bir yaklaşımla doğa temelli çözümleri yaygınlaştırmayı ve suyun etkin kullanılmasını sağlayacak tedbirler geliştirilmesini öngörüyor. Ancak bu kapsamda somut adımlar tanımlamıyor. Ayrıca iklim kriziyle mücadelede en önemli müttefikimiz olan doğamız için de somut koruma adımlarına yer verilmiyor. İklim kanunu, biyolojik çeşitlilik ve doğal ekosistemlerin korunmasını temel ilke olarak kabul etmeli. Bu doğrultuda karasal, denizel ve sulak alanlarda korunan alanların oranının 2030 yılına kadar %30’a çıkarılması hedeflenmeli.