1. Tehlike altındaki kelaynakların korunmasını sağladık.
1957-1958 yıllarında Suriye’den ülkemize gelen çöl çekirgesi akınını durdurmak ve süne hastalığı ile mücadele etmek için Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı, uçaklardan DDT ve benzeri zararlı kimyasallar atılarak ilaçlandı. Bunun sonucunda bölgede yaşayan ceylan, tilki, sırtlan, toy, mezgeldek ve benzeri pek çok tür zehirlenerek öldü. Kimyasal ilaçlama o kadar etkili oldu ki çiftçilerin ifadesine göre “dağda taşta akrep yılan bile kalmadı”. Ana besin kaynağı yılan, çıyan, akrep gibi canlılar olan kelaynaklar da bu ilaçlamadan nasibini aldı. Dünyada sayısı hızla azalan kelaynaklar, 1937 yılında çıkarılan 3167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu uyarınca bütün yıl koruma altında olmalarına rağmen, bu çok yoğun ilaçlama faaliyetlerinden dolayı Birecik’teki popülasyonda 1970’lerin başında yüzde 90’a varan bir azalma görüldü. Kelaynakların karşılaştığı bu tehdit, Türkiye’nin doğa koruma çalışmalarında sonraki yıllarda çok etkin rol oynayan Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin (DHKD) kurulmasına ve böylelikle ülkemizde çevreci hareketin yeşermesine vesile oldu. DHKD’nin kuruluş kararı 1975 yılında Udo Hirsch, Belkıs Balpınar ve Tansu Gürpınar ve 16 kurucu üye tarafından kelaynakların yurt edindiği Urfa, Birecik’te alındı. Derneğin ünlü kelaynak logosu kuş resimleriyle tanınan ressam Salih Acar tarafından çizildi. Kelaynağın Fırat nehri kıyısındaki yaşamını anlatan siyah beyaz bir belgesel çekildi ve zaman içinde kelaynak, Türkiye’nin doğa koruma sembolüne dönüştü. Bugün Birecik’te Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilen kelaynak üreme istasyonunda 200’ü aşkın birey denetim altında yaşıyor. Bu kelaynakların bir kısmı kontrol altında göç ederek doğal popülasyona katkıda bulunuyor.
2. Kayseri’deki Sultansazlığı’nın koruma altına alınması sağlandı.
Bataklık ve sulakalan ekosisteminin önemiyle ilgili farkındalığın çok az olduğu 1960’larda, kanunla tanımlanan temel görevlerinin arasında bataklıkların kurutulması ve toprakların sulanması bulunan Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından hazırlanan “Develi Projesi” ile Sultansazlığı tehlike altına girdi. Tansu Gürpınar, Nihat Turan ve İsmet Özer 4 yıl boyunca her yıl DSİ’ye raporlar hazırlayıp toplantılar yaparak Sultansazlığı’nın değerini anlatmaya çalıştılar ve Develi Projesi’nin ekosistemleri koruyacak şekilde revize edilmesini istediler. Hazırlanan raporlardan sonuncusu, Develi Projesi ihalesini kazanan müteahhit firmanın temsilcilerinin dikkatini çekti ve önemli bir gelişme yaşandı. Müteahhit firma Sultansazlığı’nın korunması gerektiğine dair DSİ’ye rapor verdi. Bunun üzerine DSİ havzayı tamamen kurutacak 38 km uzunluğundaki derin drenaj kanalından vazgeçtiğini, alanda istenen su seviyelerinin korunacağını bildirdi. Koruma girişimleri, Orman Bakanlığı Milli Parklar Genel Müdürlüğü ve DHKD işbirliği sayesinde 1976 yılında sonuç verdi ve Sultansazlığı Orman Bakanlığı tarafından yasal koruma altına alındı. Alan, 1976 yılından bu yana çeşitli yasa, yönetmelik ve uluslararası sözleşmelerle korunmaya devam etti. Ayrıca, DHKD’nin 1990 yılında başlatmış olduğu “Türkiye’nin Önemli Kuş Alanları Projesi” kapsamında, Sultansazlığı’nı kapsayan 39 bin hektarlık alan, kuşların ve biyolojik çeşitliliğin korunması açısından kritik alanlar olarak tanımlanan “Önemli Kuş Alanı” olarak belirlendi. 300’ün üzerinde kuş türüne ev sahipliği yapan Sultansazlığı’nın yaklaşık 17 bin hektarlık bölümü 1994 yılında Türkiye’nin ilk Ramsar alanlarından biri (uluslararası öneme sahip sulakalan) olarak belirlendi. Tüm bu yoğun çabalara rağmen, koruma statülerinin alanda hissedilmesi zaman aldı. Su kullanımıyla ilgili problemlerin devam etmesi nedeniyle alanın belli dönemlerde tamamen kuruduğu görüldü. Ancak doğal yapı her zaman kendini hızla yenileyebildi. Türkiye’nin 41 milli parkından biri olan Sultansazlığı, kısmen bozulmuş olsa da, bugün halen Türkiye’nin en önemli ve en çok ziyaretçi çeken sulakalanlarından biri olma özelliğini korumaktadır.
3. Deniz kaplumbağalarının yaşadığı Dalyan İztuzu kumsalında büyük bir turizm yatırımı durduruldu.
Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları için Akdeniz havzasındaki en önemli yuvalama kumsallarından biri olan Dalyan İztuzu kumsalı, 1980’lerde yaşanan ekonomik serbestleşme ve turizm dalgasının tehdit ettiği ekosistemlerden birisiydi. Neredeyse el değmemiş durumdaki 4,5 km’lik İztuzu Kumsalı’nda, Turizm Bakanlığı’nın Turizm Teşvik Yasası ve Master Planı sonucu Türk ve Alman yatırımcılar tarafından yapılacak büyük bir turizm yatırımı gündeme geldi. DHKD’nin ilk genel müdürü Nergis Yazgan’ın liderliğinde ve Dalyan’da oturan June Haimoff adlı bir İngiliz doğaseverin desteği ile DHKD 2,5 sene boyunca yoğun ve zorlu bir doğa koruma mücadelesi verdi. Bu süreçte yurt içinde ve yurtdışında çeşitli sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla Dalyan-İztuzu’nda yapılan çalışma hem ulusal hem de uluslararası ölçekte tanınan bir kampanya haline geldi. Nesli tehlike altındaki türlerin korunması için çalışan Alman Aktionsgemeinschaft Artenschutz (AGA) ve Alman Yeşiller Partisi gibi kuruluşların da desteklediği kampanya çerçevesinde, Dalyan Köyü’nde kurulan bilgilendirme merkezinde dağıtılan basılı malzemeler ve gösterilen videolar aracılığıyla binlerce ziyaretçiye ulaşıldı. Çeşitli üniversitelerin konuya ilgi duyan öğrencileriyle birlikte Caretta caretta’nın üreme biyolojisine yönelik araştırmalar ve markalama çalışmaları gerçekleştirildi. Bunlara ek olarak, mevzunun ulusal ve uluslararası basının gündemine sokulması ve Türkiye’deki yetkili makamlar ile Türk, Alman ve İngiliz toplumlarını hedefleyen bilgilendirme çalışmaları sayesinde yatırıma karşı büyük bir kamuoyu oluşturuldu. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, danışmanı Adnan Kahveci ve Turizm Bakanı Tınaz Titiz’in bu koruma çalışmalarına karşı duyarlı yaklaşımları, projenin 1986 yılında durdurulmasında ve iptal edilmesinde önemli bir adım oldu. Caretta caretta’lar ülkemizde doğa koruma çalışmalarının geniş kitlelerce iyi bilinen ve sevilen sembollerinden biri haline geldi.
4. Dalyan’ın Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilmesi sağlandı ve alanda yuvalayan deniz kaplumbağalarının geleceği güvence altına alındı.
Tehlike altındaki deniz kaplumbağalarının yuvalama alanlarından İztuzu’nda yapılması planlanan büyük turizm projesine karşı yürütülen mücadele, Türkiye’deki doğa koruma çalışmalarına önemli bir katkı sağladı. Bir türü korumak için öncelikle o türün üreme alanının korunması gerektiği İztuzu’nda net bir şekilde görüldü. Başbakan Özal’ın talimatıyla Başbakanlık Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇKK) kuruldu ve İztuzu Türkiye’deki ilk Özel Çevre Koruma Bölgelerinden birisi olarak koruma altına alındı. İztuzu kumsalının korunması için yürütülen çalışmaların bir özelliği de, Türkiye’nin gündemine giren ve uzun süre gündemde kalan, bu sayede gerek deniz kaplumbağaları gerek kıyı alanları konusunda kitlesel bir farkındalık sağlayan ilk doğa koruma girişimi olmasıdır. Bu çalışma aynı zamanda sivil toplum ve kamu kuruluşları arasındaki işbirliğine güzel bir örnek teşkil etti. Ortak çalışmalar ve çalıştayların yanı sıra, yuvalama alanını belirleyen ağaç kazıklar DHKD ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı tarafından birlikte tasarlandı ve bu kazıklar omuzlarda taşınarak 4,5 km’lik kumsala çakıldı. Bu koruma çalışması hala dünyada örnek bir uygulama olarak gösteriliyor. 2008’de “The Times” dergisi tarafından verilen “En İyi Açık Alan” ödülünü alan Dalyan, bugün yöre halkının da özverisiyle günümüzde önemli bir doğa alanı olarak tarihi zenginliklerini korumaya devam ediyor.
5. Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında, 17 adet deniz kaplumbağası yuvalama alanı belirlendi. Bugünkü yuvalama kumsalı sayısı 21.
1988 yılında WWF, DHKD ve Dokuz Eylül Üniversitesi işbirliği ile, Aydın Kuşadası ve Hatay Samandağ arasında kalan kıyı şeridinin yaklaşık 2.456 km’lik kesimi, deniz kaplumbağaları hakkında daha fazla bilgi edinmek için araştırıldı. Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bu kapsamlı çalışma sonucunda 17 öncelikli kaplumbağa yuvalama alanı belirlendi. Böylelikle, Akdeniz kıyılarımızda yuvalayan iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) ve yeşil deniz kaplumbağasının (Chelonia mydas) korunması için önemli bir zemin oluşturuldu. Bu 17 alan, batıdan doğuya Ekincik, Dalyan, Dalaman, Fethiye, Patara, Kale, Kumluca, Tekirova, Belek, Kızılot, Demirtaş, Gazipaşa, Anamur, Göksu Deltası, Kazanlı, Akyatan ve Samandağ’dır. 1994 ve 2005 yılları arasında, Türkiye kumsallarında farklı kuruluşlar tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda Çıralı, Alata, Davultepe ve Yumurtalık kumsalları olmak üzere dört yeni yuvalama alanı daha belirlendi, böylelikle öncelikli deniz kaplumbağası yuvalama kumsallarının sayısı 21’e çıktı.
6. Göksu Deltası, Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) ilan edildi.
Doğu Akdeniz kıyısında, Mersin’e bağlı Silifke ilçesinin güneyinde bulunan ve yaklaşık 15 bin hektar genişliğindeki Göksu Deltası 330’dan fazla kuş türü, 30’u aşkın sürüngen ve çift yaşamlı, 500’den fazla bitki türüne ev sahipliği yapan sulakalanları ve kıyı kumullarıyla Akdeniz Bölgesi’nin en zengin ve sıradışı yerlerinden biridir. Tehlike altındaki deniz kaplumbağaları başta olmak üzere gibi birçok canlıyı barındıran Delta, 1980’lerde başlatılan turizm atılımının bir sonucu olarak ciddi bir bozulma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
1988’e gelindiğinde bölgenin doğal zenginliği, bir zirai ilaçlama uçak pisti, büyük bir baraj, tarımsal sulama şebekesi, çeşitli üretim tesisleri, ikincil konutlar ve turistik tesisler gibi sürdürülebilir olmayan yapılaşma tehditlerinin baskısı altındaydı. DHKD, tüm bu olumsuz gelişmeler üzerine alarma geçti ve çok ses getiren uluslararası bir kampanya başlatarak, önce söz konusu tehditlerin birer birer bertaraf edilmesini sağladı. Daha sonra, o döneme kadar hiçbir koruma statüsü olmayan alanın resmi koruma altına alınması için çabalar sürdürüldü. Deltadaki Akgöl ve çevresi 1989’da Yaban Hayatı Koruma Sahası ilan edildi. 1990 yılının Mart ayında Özel Çevre Koruma Bölgesi statüsü kazanan Delta, 1994’te Türkiye’nin ilk beş Ramsar alanından biri oldu. 1996 yılında ise 1. derece doğal sit alanı ilan edildi. Akdeniz havzasındaki sulakalanların araştırılması ve korunması konusunda etkin çalışmalar yürüten Tour du Valat Biyoloji İstasyonu, çeşitli uluslararası doğa ve kuş araştırma kuruluşları, Çevre ve Orman Bakanlıkları ve çeşitli üniversitelerin işbirliğiyle, alanın doğal zenginliklerini ortaya koyan bir dizi araştırma gerçekleştirildi.
1991-1998 yılları arasında Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı işbirliğiyle, DHKD tarafından yürütülen bir Avrupa Birliği projesi sayesinde Türkiye’de ilk defa bir Entegre Sulakalan Yönetim Planı, yerel paydaşların katılımıyla hazırlanmış oldu. Bu katılımcı yaklaşım, bugün tüm korunan alanlarda yapılan yönetim planlaması çalışmalarının temelini oluşturuyor. İlgili kurumlarda görev yapan yetkililer bu proje kapsamında sulakalan yönetim planlaması konusunda eğitimler aldı, benzer planlama çalışmalarında görev yaptı. Bütün bu çalışmalar, Göksu Deltası’nın benzersiz doğal zenginliğinin günümüze kadar sağlıklı biçimde ulaşmasını sağladı.
7. Tehlike altındaki tepeli pelikanların ülkemizde üreyen çift sayısı arttı.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) Kırmızı Listesi’ne göre “Duyarlı” kategorisinde yer alan tepeli pelikan (Pelecanus crispus) ülkemizde yerli ve kış göçmeni bir tür. Tepeli pelikan 1950-1960’lı yıllarda ülkemizdeki 17 farklı sulakalanda üremekteyken, daha sonra bu alanlarda su rejimine yapılan müdahaleler ve türün yuvalama alanlarının tahrip edilmesi sonucunda yaklaşık 700 çiftten oluşan bir üreme popülasyonu yok oldu. Türün korunması için 1991-1997 yılları arasında Büyük Menderes Deltası, Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı, Çamaltı Tuzlası ve Marmara Gölü’nde bilimsel araştırmalar gerçekleştirildi. Fransa’daki Tour du Valat Biyoloji İstasyonu ile işbirliği içinde DHKD tarafından yürütülen çalışmalarda üreme alanlarında yuva sayımları yapıldı, beslenme biyolojileri araştırıldı ve yavru bireyler halkalanarak göç hareketleri izlendi. Avrupa genelinde hazırlanan Tepeli Pelikan Tür Koruma Eylem Planı’na katkı sağlandı. Koruma çalışmaları neticesinde ülkemizde üreyen çift sayısı 2000’lerde 250 iken bugün 340 çifte kadar ulaştı. Bunun yanı sıra ‘Türkiye’nin Canı Hibe Programı’ kapsamında da WWF-Türkiye’nin pelikanlara desteği devam etti. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenleri Derneği’nin (EKODOSD) 2014 yılında Büyük Menderes Deltası’nda yürüttüğü projeyle tepeli pelikanların tehditlere karşı korunması sağlandı ve platformlar kurularak üreme koşulları iyileştirildi.
8. Karaman’ın Dumlugöze Köyü’nde tehlike altındaki kardelenlerin sürdürülebilir üretimiyle hem doğaya hem yerel ekonomiye katkıda bulunuldu.
19. yüzyılda başlayan ve öncelikle Avrupa ülkelerini hedefleyen kardelen, siklamen gibi yabani bitki soğanlarının ihracı 1960’lı yıllarda ivme kazandı ve 1980’li yılların ortalarında doğadan toplanan soğanların sayısı yılda 70 milyona ulaştı. Bunun sonucunda doğal çiçek soğanları ve onların doğal yaşam alanları büyük zarar gördü, bazı türler için yok olma tehlikesi baş gösterdi. Çiçek soğanı ticaretinin boyutları ve doğaya verdiği zararın farkına varan DHKD, uluslararası doğa koruma kuruluşu “Flora and Fauna International” işbirliğiyle, 1992 yılında “Türkiye’nin Soğanlı Bitkileri Yerli Üretim Projesi”ni başlattı. Bu proje sayesinde ilk defa doğadan soğanlı bitki toplamaya alternatif bir yöntem geliştirildi. 10 yıl boyunca devam eden projenin amacı, bir yandan doğadan toplanan çiçek soğanlarını korumak, bir yandan da çiçek soğanı toplayarak geçimini sağlayan köy halkı için alternatif ve doğaya dost gelir kaynakları sağlamaktı. Toros Dağları üzerinde yer alan Dumlugöze Köyü pilot bölge seçildi. Projenin 2002 yılındaki bitimine kadar geçen süre boyunca, Dumlugöze Köyü ve çevresinde, köylüler tarafından bahçede altı tondan fazla kardelen soğanı üretilip ihraç edildi. Bu sayede, arazi ve geçim kaynakları sınırlı olan bölge halkına, o zamanın parasıyla 30 bin TL ek gelir sağlanmış oldu ve proje, doğa koruma sayesinde ekonomik ve sosyal şartların geliştirilebildiğini kanıtlayan bir örnek haline geldi. Günümüzde, büyük dondurma üreticileri salep soğanlarını DHKD’nin bu projede uyguladığı yöntemle üretiyor.
9. Doğu Karadeniz’de atmacacılık uygulamasının göçmen yırtıcı kuş popülasyonları üzerinde yarattığı baskıların azaltılması için yoğun çalışmalar yürütüldü. 2015 yılı itibarıyla bölgede atmacacılık nedeniyle zarar gören yırtıcı kuş neredeyse kalmadı.
Doğu Karadeniz Bölgesi yırtıcı kuşların dünya üzerindeki en önemli göç yollarından birini oluşturur. Özellikle sonbaharda Kuzey Avrupa’dan Afrika’ya farklı türlerden yüzbinlerce yırtıcı kuş, başta Çoruh Vadisi olmak üzere bu bölgedeki derin vadileri göç yolu olarak kullanır. Bu göçmen yırtıcı kuş türlerinden biri olan atmacaların, kızıl sırtlı örümcek kuşlarının yem olarak kullanıldığı bir yöntemle yakalanmaları ve evcil hayvan olarak beslenmeleri özellikle bu bölgede gelenekselleşmiş ve yaygın bir uygulama. DHKD ve BirdLife International’ın (o zamanki adıyla ICBP-The International Council for Bird Preservation) bölgede 1987’den itibaren yürüttüğü araştırmalar, bu faaliyetin hiç bilinmeyen ama yırtıcı kuşlar için ciddi tehdit oluşturan bir sonucunu ortaya çıkardı. Her sonbahar göçmen kuşların geçtiği tepelere kurulan ağlarda yaklaşık 5.000 atmaca yakalanıyor, buna ek olarak atmacaları yakalamakta kullanılan örümcek kuşlarını besleyebilmek için yılda yaklaşık 15 bin yırtıcı kuş daha öldürülüyordu.Önceki yıllarda yürürlüğe girmiş uluslararası anlaşmalar ve ulusal düzenlemeler, atmacacılık yönetiminde korumacı bir yaklaşım izlenmesini sağlayamadı. Konuyla ilgili hazırlanan rapor geniş yankı uyandırdı ve özellikle başka ülkelerde göçmen kuşlar ve nadir yırtıcı kuşların korunması için büyük emek ve kaynak harcayan uluslararası kuruluşların dikkat ve tepkisini çekti. Söz konusu raporun 1992 yılında Türkçeye çevrilmesi, sorunun boyutlarının yerel ölçekte de anlaşılmasına ve ilgili resmi kurumlar tarafından ciddiyetle ele alınmasına yardımcı oldu. Bunun üzerine DHKD, ICBP ve Hollanda’da kuşları korumak için çalışan Vogelbescherming’in de desteğiyle, kontrolsüz atmacacılık ve yasadışı yırtıcı kuş avcılığına karşı çalışmalarına başladı. Bu çalışmalar dahilinde, 1994 yılında bölgede çok kapsamlı bir eğitim kampanyası gerçekleştirildi. Rize ile Gürcistan sınırı arasındaki dokuz ilçe ve beldenin okulları, avcı dernekleri ve kahvehanelerinde, doğanın ve kuşların korunmasının önemi üzerine eğitim faaliyetleri yürütüldü. Atmacacılık geleneğini yörenin bir gerçeği olarak kabul eden DHKD, atmacacılarla sürekli yakın temas içinde olup, bu hobi aracılığıyla yırtıcı kuşların bilinçsizce avlanmasına engel olmayı hedefledi. Konu ilgili Bakanlıklar ve yerel yönetimler tarafından da titizlikle ele alındı ve söz konusu tahribatın engellenmesi için yapısal önlemler getirildi; atmacacılık yasal düzenlemelerle kontrol altına alındı. Tüm bu faaliyetler ve getirilen düzenlemeler, bölge insanının da yakın işbirliği sayesinde sonuç verdi. Sonuç raporu WWF-Türkiye tarafından yayımlanan, 2015 yılında yapılan yeni bir araştırma sonucunda bölgede atmacacılık faaliyetinin tümüyle yasal çerçeveler içinde ve azalarak devam ettiği, en önemlisi atmacacılık faaliyeti için diğer yırtıcı kuşların vurulması faaliyetlerinin tamamen bittiği tespit edildi. WWF-Türkiye’nin kurulduğu günden beri savunduğu, doğa korumacılıkta sorunların ilgili tarafların ortak çalışması ve işbirliği ile çözülmesi anlayışının en iyi ve başarılı örneklerinden biri olan bu çalışmalar, günümüzde komşu ülke Gürcistan tarafından 28 uygulanmak istenmekte ve aynı kapsamda bir proje için ön görüşmeler yapılmaktadır.
10. Göksu Deltası, Seyfe Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı ve Manyas Gölü, Türkiye’nin ilk Ramsar Alanları (Uluslararası Öneme Sahip Sulakalan) ilan edildi.
1971 yılında İran’ın Ramsar şehrinde, taraf ülkelerin önemli sulakalanlarını koruyacağını
taahhüt ettikleri uluslararası bir sözleşme hazırlandı. Türkiye de sözleşmeye imza atan ülkeler arasında yer aldı, ancak sözleşmenin yürürlüğe girmesi için gerekli meclis onayının çıkması yıllar süren çabalar sonucunda gerçekleşti. DHKD, uzun yıllar boyunca ülkemizdeki ilk Ramsar alanlarının kabul edilmesi için ilgili Bakanlıklar, kamu kurumları ve hatta milletvekilleri nezdinde lobi faaliyetleri yürüttü. Türkiye’nin önemli sulakalanları hakkında yapılan araştırmalar sonucunda, beş adet öncelikli sulakalan belirlendi. Elde edilen bulgular Çevre Bakanlığı ile paylaşılarak, söz konusu sulakalanların sözleşme kriterlerine uygunluğunu denetleyen Ramsar Sekreteryası’na da sunuldu ve bu beş sulakalan sekretarya onayı aldı. Bu sürecin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla, Bakanlık ile Ramsar Sekreteryası arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine destek verildi. Türkiye bu çabaların sonucunda 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi’ne taraf oldu ve Göksu Deltası, Seyfe Gölü, Burdur Gölü, Sultan Sazlığı ile Manyas Gölü, Türkiye’nin ilk Ramsar Alanları (Uluslararası Öneme Sahip Sulakalan) olarak tescil edildi. Seyfe Gölü, kuruma tehdidiyle karşı karşıya kaldığında, DHKD duruma müdahale etti ve alanın zarar görmesini engelledi. Bugün Türkiye’deki 14 Ramsar Alanı’ndan birçoğunun bu statüye kavuşturulmasının arkasında da DHKD’nin çabaları yer alıyor.
11. Dilek Yarımadası Milli Parkı’nın sınırları, bakanlar kurulu kararıyla Büyük Menderes Deltası’nı da içine alacak şekilde genişletildi; Bafa Gölü Tabiat Parkı ilan edildi.
DHKD, WWF’in katkıları ile 1991-1998 yılları arasında Büyük Menderes Deltası’nda
uzun soluklu çalışmalar yürüttü, yörenin Akdeniz’deki en önemli sulakalanlardan biri olduğunu ortaya çıkarmak için çalıştı. 250’den fazla kuş türüne ev sahipliği yapan Büyük Menderes Deltası, tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerin sebep olduğu kirlilikle karşı karşıyaydı. Alman bilim adamlarının 1990 yılında gerçekleştirdiği geniş kapsamlı bir araştırmanın sonuç raporu esas alınarak, bölgenin koruma altına alınması ve mevcut sorunlarının giderilmesi için WWF ile beraber bir sulakalan koruma projesi hazırlandı. Proje, Büyük Menderes Deltası ve Bafa Gölü’nün koruma altına alınmasını sağlamanın yanında, yörede yaşayan insanlarla çevre arasındaki sürdürülebilir kullanma ve kalkınma dengesini belirlemek, doğaya zarar vermeden verimliliği artırabilmek, deltada bir bilgi merkezi açmak ve yöreye gelen doğaseverlere bölgenin ekolojik değeri hakkında bilgi vermek gibi hedeflerle başladı. 1993 yılında Güllübahçe beldesinde bir ziyaretçi merkezi açıldı ve bölge okullarında deltanın önemini ve doğal zenginliklerini anlatan eğitimler düzenlendi. Bölgenin korunması için gereken kamuoyu desteğini sağlayabilmek amacıyla, dönemin WWF onursal başkanı İngiltere Prensi Philip (Edinburgh Dükü) doğa koruma merkezinin açılışını gerçekleştirdi ve ulusal basında yer alan bir saha ziyaretinde bulundu. Ayrıca, uzun yıllardır yörede yaşamış doğa hayranı üyemiz Rosie Baldwin anısına, Orman Bakanlığı ile işbirliği yapılarak dürbün ve teleskop ile donatılmış bir Doğa ve Kuş Gözlem Evi yapıldı. Sonuç olarak Büyük Menderes Deltası, Dilek Yarımadası Milli Parkı ile birleştirilerek toplam alanı 11 bin hektarı bulan bir Milli Park haline getirildi. Havzada yer alan Bafa Gölü ise altı bin hektarlık Tabiat Parkı statüsünü aldı, böylece alanın korunması için çok önemli bir adım atılmış oldu. Koruma alanları sınırlarının ise bizzat DHKD tarafından çizilmesi devlet-sivil toplum işbirliğinde ilklerden biri oldu. Bu sayede bölgede plansız yapılaşmanın önüne geçildi, Bafa Gölü su seviyesi doğal seviyelerine çekildi ve ekoturizm açısından önemli bir çekim merkezi haline geldi. Bölgede yaşayan duyarlı çiftçilerin projeye verdikleri destek neticesinde, yerelde koruma çalışmaları projeden sonra da devam ederek sürdürülebilirlik sağlandı.
12. Türkiye’de esaret altında ayı oynatma geleneğinin son bulmasına ve Kaş’taki yunus parkının kapatılmasına katkı verildi.
Ayıların koruma altına alınmasından sonra bile uzun yıllar devam eden ayı oynatma geleneği, DHKD’nin uzun süredir üzerinde çalışmak istediği bir konuydu. İngiltere’de kurulan ve dünya çapında çalışmalar gerçekleştiren Dünya Hayvanları Koruma Derneği’nin (WSPA), Libearty kampanyasıyla Türkiye’de ayı oynatma geleneğine bir son vermek amacıyla DHKD ile iletişime geçti. Derneğin desteği, DHKD’nin uzun zamandır hedefleri arasında bulunan bu amacı gerçekleştirmesine vesile oldu. DHKD’nin öncülüğünde, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) ve Çevre Bakanlığı ile yapılan lobi çalışmaları sonucunda ayı oynatma geleneğinin durdurulması kararı alındı. DHKD’nin oluşturduğu strateji doğrultusunda, Av ve Yaban Hayatı Şube Müdürlükleri’nin desteğiyle kurulan takımlar bir gecede Türkiye’nin her yerindeki ayı oynatıcılarına aynı anda baskınlar düzenledi. Esaret altındaki ayılar, günümüzde de önemli bir doğa koruma merkezi niteliği taşıyan Bursa’daki Karacabey Ovakorusu Ayı Barınağı ve Rehabilitasyon Merkezi’ne götürüldü. Ayrıca 1991 yılında bilinçlendirme faaliyetleri kapsamında ayı oynatma geleneğini konu alan “İmdat ile Zarife” filminin tanıtımı DHKD’nin katılımıyla yapıldı.
Türkiye’de 2010’ların başından itibaren gündeme gelen yeni yunus gösteri merkezlerinin açılmasına yönelik girişimlerden biri de Kaş’taki Yunus Gösteri Merkezi oldu. 2010’da ülkemizdeki sayıları 12’ye yükselen yunus gösteri merkezlerine karşı Yunuslara Özgürlük Platformu ve yerel sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içinde bir dizi etkinlik başlatıldı. WWF Türkiye, yazar Buket Uzuner öncülüğünde change.org üzerinde başlatılan imza kampanyasında ve Kaş’ta düzenlenen etkinliklerde aktif rol aldı. Kaş’ta iki yunusu tutsak eden işletmenin kapatılması ve bir daha açılmaması için Kaş Belediyesi ve Kaş Kaymakamlığı ziyaret edilerek talepler iletildi ve change.org’da toplanan 20 bin imza ilgili makamlara teslim edildi. Kemer’deki başka bir tesise gönderilen tutsak yunusların veteriner hekim tarafından sağlık kontrollerinin ve kimlik tespip çalışmalarının yapılması için Sağlık Bakanlığı’na başvuru yapıldı. WWF-Türkiye, takip eden yıllarda yunusların doğada gözlemlenmesi için sosyal medya yoluyla farkındalık oluşturma çalışmaları yaptı. Diğer platformlarla işbirliği kurularak İstanbul Yunus Gösteri Merkezi için indirimli bilet satışı yapan bir firmanın, bu merkeze desteğinin kesilmesi sağlandı.
13. Samsun Kızılırmak Deltası’nda, subasar orman ve 25 gölün bulunduğu 22 bin hektarlık alan doğal sit alanı ilan edildi, Çevre Düzeni Planı hazırlandı ve Ramsar Alanı ilan edildi.
1990’larda DHKD’nin uluslararası kurumlarla beraber yürüttüğü sulakalan ve kuş araştırmaları, Kızılırmak Deltası’nın bir sulakalan olarak zenginliğini ortaya koydu. DHKD, bu sonuçlar üzerine 1992 yılında, deltanın doğal yapısını tehdit eden etkenlerin önüne geçilmesi, bölgeye etkin koruma statüsü sağlanması ve sulakalan yönetim planı hazırlanması için, “Kızılırmak Deltasını Koruma Projesi”ni başlattı ve bunun için Bafra’da bir proje yönetim ofisi kurdu. Proje kapsamında öncelikle bölgenin doğal sit alanı ilan edilmesi için bir dosya hazırlandı. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun 1994 yılında Bafra’daki ilk toplantısında, bölgedeki muhtarlar ve belediye başkanlarının muhalefetine rağmen, subasar orman ve 25 gölün bulunduğu 22 bin hektarlık alan bakanlık tarafından doğal sit alanı ilan edildi. Bir alanın sürdürülebilir kullanımını sağlamak için her zaman milli park statüsüne ihtiyaç olmadığı bu girişimle ortaya çıktı ve Türkiye doğa tarihinde bir örnek oldu. DHKD, 19 Mayıs Üniversitesi ve Çevre Bakanlığı 1994 yılında Kızılırmak Deltası doğa envanterini hazırlamak için bir proje başlattı. Kapsamlı bir envanter çalışması sonucunda Kızılırmak Deltası sulakalanı için çevre düzeni planı hazırlandı, sahayı kullanım esasları belirlendi. Plan 1996 yılında onaylandı; Delta için belirlenen bu sınırlar ve kararlar günümüzde de geçerliliğini koruyor. 1996 yılında sahadaki çalışmalarını sonlandıran DHKD, dünyada doğa koruma stratejilerinin lobi ve savunuculuğa yönelmesiyle beraber, 1998’de alanın uluslararası sulakalan koruma statüsü olan Ramsar Alanı statüsünü kazanmasında önemli rol oynadı. Bugün bölgede DHKD tarafından başlatılan doğa koruma girişimleri, Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin bölgede koruma ve kullanma dengesini sağlamak amacıyla yaptığı çalışmalarla devam ediyor.
14. Kaçkar Dağları, Hatila Vadisi ve Karagöl-Sahara milli park ilan edildi.
Son buzul çağından bu yana, insan müdahalesine maruz kalmadan doğal gelişimini serbestçe sürdürmüş, çoğunlukla yaşlı ağaçlardan oluşan ve biyolojik çeşitlilik, topraksu dengesi, ekosistem hizmetleri gibi konular açısından çok büyük önem taşıyan doğal yaşlı ormanların varlığı ve değeri, DHKD tarafından tespit edildi. Doğu Karadeniz Entegre Koruma Projesi kapsamında 1993 yılında Doğu Karadeniz’de başlatılan saha çalışmaları ve bu çalışmalarda elde edilen bulgular sonucunda, Doğu Karadeniz’de doğal yaşlı ormanlara sahip Kaçkar Dağları, Hatila Vadisi ve Karagöl-Sahara’yı kapsayan, toplam 73 bin hektarlık alan, 1994 yılında bakanlık tarafından milli park ilan edildi. Bu ve daha birçok çalışma sayesinde 1990’ların ortaları, Orman Bakanlığı’nın ve dönemin Milli Parklar Genel Müdürü Nevzat Ceylan’ın önemli katkılarıyla, Türkiye’nin doğa koruma tarihinde korunan bölgeler açısından en çok başarının elde edildiği zamanlardan biri olarak hatırlanıyor.
15. İstanbul’da Polonezköy, Orman Bakanlığı tarafından tabiat parkı olarak koruma altına alındı.
Rus işgali altındaki Polonya’dan, Osmanlı Devleti’ne sığınan askerlerin 19. yüzyılda yerleştirildiği, İstanbul’un Beykoz ilçesi sınırları içerisinde yer alan bölge, daha sonra Polonezköy adını aldı. Geçmişinin bir sonucu olarak kendine has bir tarihi ve kültürel mirası olan bölgenin, doğal zenginliğinin DHKD tarafından tespit edilmesi sonucu, Polonezköy’deki yaban hayatını inceleyen bilimsel çalışmalar başlatıldı. DHKD’nin gerçekleştirdiği lobi çalışmaları sonucunda Polonezköy, 1994 yılında dönemin Orman Bakanlığı tarafından tabiat parkı ilan edildi. O yıllarda İstanbullular tarafından iyi bilinmeyen bölgenin tanıtımının yapılması ve öneminin anlaşılması amacıyla, her yıl profesyonel sporcuların da katıldığı doğa koşuları düzenlenmeye başlandı. Nobel Barış Ödülü sahibi eski Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa’nın Polonezköy’ün tabiat parkı ilan edilmesi sebebiyle gerçekleştirdiği ziyaret, bölgeye dair ilginin artırılmasında önemli rol oynadı. Aynı zamanda, DHKD tarafından bölgeye yerleştirilen bilgilendirme panolarıyla ekoturizm desteklendi ve ziyaretçiler bölgedeki kuş, memeli ve ağaç zenginliği konusunda bilgilendirilmeye başlandı. 1990’ların başında, İstanbul’un yüzde 54’ünü kaplayan diğer ormanlardan ayırt edilemeyen, kültürel ve doğal mirası anlaşılmamış Polonezköy’ün, İstanbul’daki tahrip edilmiş diğer ormanlar gibi olması engellendi. Yaklaşık üç bin hektar genişliğindeki, bugün İstanbul’da yeşil bir vaha gibi kalan Polonezköy Tabiat Parkı’nın kurulması ve bugüne kadar karşı karşıya kaldığı tehditlerle başa çıkılmasında DHKD’nin önemli katkıları oldu.
16. İstanbul’un nadir habitatlarını koruma çalışmaları kapsamında Şile Sofular İskele mevkindeki 2 hektar kumul alandan kum çıkarımı için alınan ruhsatın iptal edilmesi sağlandı.
İstanbul’un Sahilköy-Şile kıyıları; geniş ormanlarla çevrelenmiş, deniz kıyısına özgü fundalık, çalı ve kumul bitkilerinin zengin bir karışımından oluşan bir önemli bitki alanıdır. Sahilköy-Sofular kıyı şeridi boyunca 8 km ve karaya doğru 1 km uzanan geniş kumullar, nadir türleri de bulunduran zengin kumul bitki örtüsüne ev sahipliği yapar. Ancak, bu kıyı kumulları kum çıkarımı, turizm ve yapılaşma gibi nedenlerle 1990’larda hızla yok oluyordu.
Bu kumullar boyunca, Sofular İskele’de iki hektar alanda kum çıkarma izni alındığı ve alanda hazırlıkların başladığı haberini alan DHKD, alandaki idari, doğa koruma ve planlama konularıyla ilgili bilgi toplamaya başladı. Aynı zamanda, ruhsatı veren İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi ve alanın bulunduğu Şile Belediye Başkanlığı nezdinde girişimlerde bulundu. Aylarca devam eden süreç boyunca, Sahilköy-Sofular kıyı şeridinin ve İskele Mevki’nin doğa koruma bakımından önemini ve biyolojik özelliklerini açıklayan bilgi, not ve resmi yazışmaları içeren kapsamlı bir dosya hazırlandı. DHKD’nin bütün bu çalışmaları sonucunda, kum çıkarma ruhsatı iptal edildi. Bu kararda, zamanın İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi yetkililerinin ve Şile Belediye Başkanı’nın iletişime ve işbirliğine açık yaklaşımları önemli rol oynadı.
17. Türkiye’de ilk kez Doğu Karadeniz’in Doğal Yaşlı Ormanları belirlendi.
Kuzey yarım kürenin yalnızca bazı bölgelerinde kalan Doğal Yaşlı Ormanlar, Türkiye’de Doğu Karadeniz Bölgesi ormanlarının yaklaşık yüzde 12’sini oluşturuyor. Bu son derece değerli doğal yaşlı ormanların hızla azaldığının anlaşılması üzerine DHKD aracılığıyla yoğun lobi ve farkındalık çalışmaları başlatıldı. 1996 yılında hazırlanan Doğu Karadeniz’in Doğal Yaşlı Ormanları raporu ve konuyla ilgili gerçekleştirilen çalıştay sayesinde ‘Doğal Yaşlı Orman’ kavramı ormancılığa kazandırıldı. Yol yapımı, madencilik ve ağaç kesimi gibi faaliyetler nedeniyle doğal yaşlı orman alanının hızla azaldığı ortaya koyularak, Doğu Karadeniz ormanlarının koruma altına alınmasının aciliyeti vurgulandı. Bu çalışmalar, ilgili ormancılık örgütleriyle hızla paylaşılarak Türkiye’nin en doğal ve yaşlı orman ekosistemine ev sahipliği yapan Camili Gorgit ve Camili Efeler ormanlarının tabiatı koruma alanı ilan edilmesinde etkin rol oynandı. Bu iki mutlak koruma alanı 2005 yılında Camili Biyosfer rezervinin de ilanına temel oluşturdu. Doğal yaşlı ormanlarla ilgili çalışmalar daha sonra da devam etti. Ekosistem Tabanlı Orman Amenajman Planlaması’nda, Doğal Yaşlı Ormanlar bir orman fonksiyonu olarak kabul edilerek ilgili listedeki yerini aldı ve bulunduğu yörelerde koruma altına alınmaya başlandı.
18. Adana’da Karataşlı balıkçılarla iki yıl boyunca gerçekleştirilen deneyim paylaşımları kapsamında yüzlerce deniz kaplumbağası ağlardan kurtarıldı, denize canlı dönmeleri sağlandı.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz kıyıları, yeşil deniz kaplumbağasının yuvalama ve kışlama alanı olmasının yanı sıra, balıkçılık için de oldukça önemli bir alan. Deniz kaplumbağaları, akciğer solunumu yapan deniz canlıları olup, kazara ağlara takılıp su yüzüne çıkamadıklarında bayılır, uzun süre ağlarda takılı kalırlarsa boğulurlar. DHKD ekibi, balıkçılığın doğayla uyumlu bir şekilde devam etmesini sağlamak amacıyla 1995-1997 yılları arasında Adana/Karataş balıkçı barınağına bağlı 12 trol teknesinin 80 personeliyle birlikte denize açıldı. Balıkçılık sezonu olan Eylül-Mayıs ayları arasında ağlara takılan deniz kaplumbağalarının yakalanma oranını belirleyen ekip, aynı zamanda balıkçılara ağlara deniz kaplumbağası takılması ve ağlardan baygın çıkması durumunda yapılması gerekenleri anlattı. İki balıkçılık sezonunda yaklaşık 600 defa ağa takılan deniz kaplumbağalarının canlı bir şekilde denize dönmesi sağlandı. Proje boyunca Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yerel yönetimler ve Sahil Güvenlik Komutanlığı ile bilgilendirme çalışmaları gerçekleştirildi.
Bu uygulama, 1998 Dünya Okyanus Yılı açılışında ‘Uygulanabilir Proje Örneği’ seçildi. Projeye katılan balıkçılar, günümüzde de deniz kaplumbağalarını ağlardan kurtarmaya devam ediyor.
19. Antalya Belek-Kumköy doğal sit alanı olarak Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alındı ve Belek Kıyı Yönetimi Planı hazırlandı.
Geniş kumul sistemi ve yöreye özgü bitki türleriyle, Caretta caretta türü deniz kaplumbağalarının başlıca yuvalama alanlarından biri olan Belek, 1980’li yılların sonunda Turizm Bakanlığı tarafından Turizm Yatırım Bölgesi ilan edildi. DHKD 1996 yılında, turizm gibi etkinliklerin olumsuz etkilerini azaltmak, bölgenin sosyo-ekonomik koşullarını geliştirmek, Belek’in değerini artırarak çevre ile yöre halkının uyum içinde yaşamasını sağlamak amacıyla Belek Yönetim Planı’nı hazırladı. DHKD’nin, bölgedeki doğal değerlerin korunması amacıyla yazdığı raporlar esas alınarak, Kumköy 1996 yılında, Kültür Bakanlığı tarafından 1. derece doğal sit alanı ilan edildi. İlerleyen yıllarda yerel izleme ve koruma çalışmalarının Belek Turizm Yatırımcıları Birliği (BETÜYAB) ve Ekolojik Araştırmalar Derneği (EKAD) tarafından devam ettirilmesiyle Caretta caretta türü deniz kaplumbağaları, bugün hala yumurtalarından çıkıp güvenli bir şekilde Akdeniz’e ulaşıyor ve ekolojik dengeye katkı sağlıyor.
20. Rize Fırtına Vadisi’nde yapımı planlanan HES mahkeme kararıyla iptal edildi; alan bakanlık kararıyla doğal sit alanı ilan edildi.
WWF tarafından belirlenen “Avrupa Ormanlarının 100 Sıcak Noktası” arasında yer alan Kaçkar dağlarının eteklerinde bozulmamış yayla yerleşimleri, eşsiz doğal peyzajı, doğal yaşlı ormanları, zengin yaban hayatı, buzul gölleri ve dereleri ile öne çıkan Fırtına Vadisi 1990’lı yılların sonunda hidroelektrik santral projeleri tarafından ciddi anlamda tehdit edilmeye başladı. Bu tehdit ilk kez DHKD tarafından Doğu Karadeniz projesi kapsamında yapılan çalışmalar sonucunda fark edildi. Fırtına Vadisi’nin en bakir bölümü için planlanan iki regülatör ve bir HES yapımı gündeme geldiğinde, DHKD’nin bölge ve merkezdeki uzmanlarının yanı sıra yurt dışından da gelen uzmanlar HES’in büyük zarar vereceğini belirttiler ve Fırtına Vadisi boyunca uzanan alüviyal ormanlarla ilgili bir de rapor hazırladılar. Bunun üzerine WWF’in o zamanki genel müdürü Dr. Claude Martin, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Fırtına Vadisi’nin hidroelektrik santrallere kurban edilmemesini talep eden bir mektup gönderdi. Ayrıca, DHKD’nin yayın organı Kelaynak dergisinde, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a yönelik bir mektubun yayımlanması ve bir imza kampanyasının başlatılması üzerine, kamuoyu da sürece davet edildi. DHKD’nin bölgedeki sorumlusu, HES’in etkileriyle ilgili bağımsız bir rapor kaleme aldı, ayrıca KTÜ öğretim üyeleriyle ortak bir rapora katıldı. Mahkemede kullanılabilecek her türlü bilgi ve belge de Çamlıhemşin Vakfı ile paylaşılıyordu. DHKD böylece sürecin her bölümünde yer aldı. Bölge halkı ve yerel girişimlerin desteğiyle yürütülen uzun soluklu çabalar sonucu, HES projesi mahkeme kararıyla iptal edildi. 1997 yılında, sınırları belirleme çalışmasına DHKD temsilcisinin de katıldığı bir süreçle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından Fırtına Vadisi doğal sit alanı ilan edildi.
DHKD, kelaynakların korunması için 1975 yılında başlattığı yolculuğunda, kuşları her zaman bir bölgenin hem sahip olduğu doğal zenginliğin hem de karşı karşıya kaldığı bozulmanın en iyi ve en kolay anlaşılan göstergesi olarak görmüş ve koruma faaliyetlerinde kuşlar ve onların yaşam alanlarını hep göz önünde bulundurmuştur. Bu çerçevede dernek uzun yıllar boyunca, Türkiye’nin kuşlar açısından zenginliğinin belirlenmesi, kuş türlerinin korunması, kuş yaşam alanları ve daha geniş ölçekte kuş habitatlarının korunması için, kapsamlı araştırma ve koruma faaliyetleri yürüttü. Korunmaları ve iyi yönetilmeleri durumunda, kuşların ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına en verimli katkıyı sağlayacak alanlar olarak tanımlanan Önemli Kuş Alanları (ÖKA) ile ilgili ilk kitabın 1989 yılında yayınlanmasını takip eden sekiz yıl boyunca hem söz konusu alanların korunması hem de yeni alanların belirlenmesini amaçlayan ÖKA projesi yürütülmeye başlandı. Geniş bir gönüllü kuş gözlemcisi ağı desteğiyle yürütülen proje kapsamında, tüm önemli kuş alanlarının gerek doğal zenginliği, gerekse karı karşıya olduğu tehditler açısından yakın takibi yapıldı. Burdur Gölü, Ereğli Sazlıkları, Seyfe Gölü, Balıkdamı, Sultansazlığı, Işıklı Gölü, Meriç Deltası, İğneada Longoz Ormanları, Kuş Gölü, Beyşehir Gölü, Akşehir Gölü, Tuz Gölü, Eşmekaya Sazlıkları, Sultansazlığı, Altıntaş Ovası, Akyatan Gölü, Türkmenbaba Dağları ve daha birçok alanda tespit edilen tehditlere karşı lobi faaliyetleri ve kampanyalar yürütüldü. Tepeli pelikan, kara akbaba, dikkuyruk, yaz ördeği, küçük kerkenez, toy gibi nesli dünya ölçeğinde tehlike altındaki türlerin korunması için çalışıldı. Etkin lobi faaliyetleri; korunan sulakalanların sayısının artması, Ramsar Sözleşmesi’nin onaylanması, Çevre Bakanlığı bünyesinde Sulak Alanlar Şubesi’nin oluşturulması gibi önemli gelişmeleri doğrudan veya dolaylı olarak tetikledi. Yerli ve yabancı kuş gözlemcilerinin desteğiyle uluslararası kriterlere göre yeni “Önemli Kuş Alanları” belirlendi; 97 alanı içeren geniş kapsamlı bir ÖKA envanteri yayımlandı. Bu proje ve envanter hem genel kamuoyu, hem resmi kurumlar, karar vericiler ve yerel yönetim birimleri nezdinde kuşlar ve sulakalanlar konusunda duyarlılık ve bilincin artmasını sağladı.
ÖKA envanteri ve bu envanterin ileri yıllarda yayımlanan güncellemeleri, günümüzde hem IUCN gibi uluslararası doğa koruma kuruluşları tarafından hem de Dünya Bankası gibi finans kuruluşları tarafından referans olarak gösteriliyor.
22. Küre Dağları, Orman Bakanlığı tarafından milli park ilan edildi (2000). Daha sonra, PAN Parks sertifikası alarak Avrupa’nın seçkin koruma alanları arasına girdi (2011). Bölgede inşa edilmesi planlanan HES’ler mahkeme kararıyla iptal edildi (2015).
WWF, 1997 yılındaki bir çalışma ile “Avrupa Ormanlarının 100 Sıcak Noktası”nı belirledi. Doğal zenginliği ve doğa koruma açısından taşıdığı önem nedeniyle, Türkiye’den 9 alanın girdiği listede Küre Dağları da yer aldı. 2000 yılında alanın Orman Bakanlığı tarafından milli park ilan edilmesi, WWF’in 21. yüzyıla girerken başlattığı küresel ölçekli Yaşayan Gezegen Kampanyası kapsamında Türkiye’nin dünyaya armağanı olarak kabul edildi. Daha sonra bölgede Orman Bakanlığı ve yerel paydaşların işbirliğiyle gerçekleştirilen projeler sayesinde kırsal kalkınma, doğa koruma ve ekoturizm alanında önemli gelişmeler sağlandı. Dünyaya tanıtılan Küre Dağları Milli Parkı, 2011 yılında PAN Parks sertifikası alarak, Avrupa’nın en seçkin koruma alanları arasına girdi. Bölgede inşa edilmesi planlanan hidroelektrik santraller, yöre halkı tarafından açılan ve WWF-Türkiye’nin de iptali için desteklediği davalarla 2015 yılında iptal edildi.
23. Türkiye’de ilk defa katılımcı yaklaşımla hazırlanan bir Yönetim Planı Uluabat Gölü için yürürlüğe girdi (2002). Uluabat Gölü, Küresel Doğa Fonu’nun (Global Nature Fund-GNF) Yaşayan Göller Ağı’na dahil edildi.
Uluabat Gölü’nün 1998 yılında Ramsar Alanı ilan edilmesi üzerine; DHKD ve Çevre Bakanlığı, sürdürülebilir kaynak kullanımının sağlanmasını ve ekosistem zenginliklerinin korunmasını hedefleyen bir yönetim planı için bir araya geldi. Planlama çalışmalarına Bursa İl Çevre Müdürlüğü, Devlet Su İşleri, Uludağ Üniversitesi, Utrecht Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi ve İngiltere Kraliyet Kuşları Koruma Derneği (RSPB) dahil olmak üzere pek çok kurum ve kuruluş destek verdi, yerel paydaşlar katılım sağladı. DHKD üç yıl boyunca, bütünsel bir bakış açısı ile, göldeki biyolojik çeşitlilik verilerinin yanı sıra, gölün su kalitesi, ekolojik durumu ve yörenin sosyoekonomik özellikleri gibi konuları araştırdı. DHKD ekibi ve Çevre Bakanlığı elde edilen bilgiler doğrultusu da bir taslak yönetim programı hazırladı, bu taslağa ilgi gruplarının önerileri de eklendi. Bu geniş çaplı işbirliğinin sonucu olarak, “Uluabat Gölü Yönetim Planı” oluşturuldu ve plan 2002’de yürürlüğe girdi. DHKD, plan kapsamında üstlendiği 12 faaliyeti gerçekleştirerek ve temelleri proje sırasında atılmış “Yerel Yürütme Komitesi”ni koordine ederek, planın başarıyla uygulanmasına katkı sağladı. Bu sürece paralel olarak Uluabat Gölü 2000 yılında, Küresel Doğa Fonu’nun Yaşayan Göller Ağı’na dahil edildi ve dünya genelinde en önemli 17 sulakalan arasında yer almış oldu.
Katılımcılığın en başından tesisi ve özellikle Doğader gibi yerel sivil toplum kuruluşları,akademi ve Nilüfer Kent Konseyi başta olmak üzere yurttaş girişimlerinin sahiplenmesi sonucunda Uluabat Gölü Yönetim Planı, ülkemizdeki en başarılı yönetim planı uygulamalarından birisi oldu. yaklaşım, Türkiye’de benzer çalışmalara ilham vermenin yanı sıra, aynı konuda yeni araştırmaların başlatılmasına da vesile oldu.
24. “Çıralı Kıyı Yönetimi ve Sürdürülebilir Turizm Projesi” Birleşmiş Milletler tarafından Dubai’de verilen “En İyi Uygulama Ödülü”nü kazandı.
Çıralı Kıyı Yönetimi ve Sürdürülebilir Turizm Projesi, 20 Kasım 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı (UN-HABITAT) ve Dubai Belediyesi tarafından verilen “En İyi Uygulama” ödülünü kazanan 10 projeden biri oldu. Çalışma, 110 ülkeden toplam 700’den fazla projenin arasından seçilerek, insan hayatına sağlanan ölçülebilir fayda, işbirliği ve sürdürülebilirlik gibi konular hakkındaki kriterleri en iyi şekilde karşılayan ilk 10 proje arasına girdi. 1994 yılından beri Çıralı’da yöre halkının yaşam kalitesini yükseltmek ve bölgenin zengin doğasını korumak amaçlı yürütülen faaliyetlerin sonucunda, ödül olarak verilen 30 bin dolarla Çıralı’da yürütülen koruma çalışmalarının devamlılığına destek sağlandı.
25. Çıralı’nın Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlanarak plansız yapılaşmaya açılması engellendi (2001) ve Çıralı ülkemizdeki 18. Deniz Kaplumbağası Yuvalama Kumsalı ilan edildi.
Antalya ili Kemer ilçesi sınırları içinde yer alan ve kırsal bir kıyı yerleşimi Çıralı, yaban hayatı, jeolojik oluşumlar ve arkeolojik kalıntılar açısından zengin bir bölge. Yaklaşık 3,2 km uzunluğundaki kumsal, aynı zamanda Caretta caretta türü deniz kaplumbağasının yuvalama alanı.Tarım ve küçük ölçekli turizm gibi ekonomik faaliyetlerin sürdürüldüğü Çıralı’da, en önemli sorun kaçak yapılaşmaydı.
1998 yılının Haziran ayında, Avrupa Birliği LIFE Programı ve WWF’in işbirliğiyle DHKD tarafından yürütülen “Türkiye’de Kıyı Yönetimi ve Turizm Projesi” kapsamında Turizm Bakanlığı, “Çıralı Koruma Amaçlı İmar Planı”nın DHKD tarafından yaptırılmasını uygun buldu. Dernek, ülkemizde koruma amaçlı imar planı çalışmasının yürütme görevini alan ilk sivil toplum kuruluşu oldu. İmar Planı’nın amacı, kaçak yapılaşmanın önlenmesi ve altyapı sorunlarının çözülmesiydi. Plan çalışmaları, Turizm Bakanlığı tarafından Yatırımlar Genel Müdürlüğü’ne iletildi. 2001 yılında, proje kapsamında alanı koruma ve kullanma dengesinin yerel ölçekte sağlanması amacıyla Ulupınar Çevre Koruma, Geliştirme ve İşletme Kooperatifi kuruldu.
Kooperatifin kuruluşunda WWF-Türkiye ve Güney Antalya Turizmi Geliştirme ve Altyapı İşletme Birliği (GATAB) etkin rol aldı. 1994-2011 yılları arasında, Ulupınar Kooperatifi’nin ve gönüllülerin katılımı ile, WWF-Türkiye’nin yürüttüğü Deniz Kaplumbağası İzleme, Araştırma ve Koruma çalışmaları sonucunda Çıralı Kumsalı Türkiye’nin 18. Deniz Kaplumbağası Yuvalama Kumsalı ilan edildi. 2012 yılından bu yana alanda deniz kaplumbağası izleme ve koruma çalışmaları, Ulupınar Kooperatifi tarafından devam ettiriliyor.
26. GAP Bölgesinin Biyolojik Çeşitlilik Envanteri tamamlandı; doğa koruma açısından önemli alanlar belirlendi.
WWF-Türkiye’nin bölgedeki çalışmalarından önce Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik açısından en az bilinen bölgesiydi, ayrıca beraber kapsamlı bir kalkınma projesinin eşiğindeydi. WWF-Türkiye tarafından, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi ile işbirliği içinde 2001 yılında başlatılan proje; bölgede biyolojik çeşitlilik açısından önemli noktaları belirlemeyi, barındırdığı doğal değerleri kamuoyuna duyurmayı ve bu önemli biyoçeşitlilik alanlarının korunması için öneriler sunmayı amaçlıyordu. 2003 yılına kadar süren projenin kapsamında, doğa koruma açısından öncelikli 30 alan belirlendi. Bu çalışmalar sırasında, bilim dünyasının o zamana kadar kaydetmediği bir tür olan Harran kertenkelesi (Acanthodactylus harranensis) keşfedildi. Buna ek olarak, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, Avrupa’da koruma önceliğine sahip boz kirazkuşunun (Emberiza cineracea) dünyada en fazla bulunduğu alan olduğu ve çizgili sırtlan (Hyaena hyaena) için Türkiye’deki en önemli bölge olduğu ortaya konuldu. Bu çalışma sayesinde, biyolojik çeşitlilik açısından önemli iki alan da milli park ilan edildi.
27. Türkiye Önemli Bitki Alanları’nı belirleyen Avrupa’daki ilk ülke oldu.
Nadir, endemik ve tehlike altındaki bitki türlerinin zengin popülasyonlarını barındıran
Önemli Bitki Alanları’nı (ÖBA) belirleme fikri ilk defa 1993 yılında ortaya çıktı. DHKD koordinasyonu altında yaklaşık 20 üniversiteden, 40 bilim insanına danışılarak aday ÖBA’lar listelendi. DHKD, bilim insanları, araştırmacılar ve doğa korumacıların işbirliğinde sürdürülen çalışmalar sonunda 200 aday ÖBA hakkında; bitki türleri, bitki örtüsü tipleri ve habitatlarına ilişkin bilimsel veriler toparlandı, değerlendirildi ve yayına hazırlandı. On yıl süren bu kapsamlı ve sistematik çalışma sonucunda, “Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı” belirlendi ve Türkiye, Avrupa’da bu çalışmayı tamamlayan ilk ülke, dünyada ise az sayıdaki öncü ülkelerden birisi oldu. Ayrıca, Türkiye’de beş yeni bitki türü keşfedildi ve dünyanın başka ülkelerinde yetişmesine rağmen Türkiye’de yetiştiği bilinmeyen 20 bitkinin ülkemizde de yetiştiği tespit edildi. Projenin sonunda ortaya çıkan “Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı” kitabı doğa koruma çalışmaları yürüten sivil toplum kuruluşları, yerel yöneticiler, doğa koruma bilgisine ihtiyacı olan şehir planlamacıları ve araştırmacılar için önemli bir kaynak haline geldi. Bu çalışma daha sonra Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı dolayısıyla genişletildi ve ikinci bir kitap basıldı. Bu iki kitap, 2008’de Doğa Derneği tarafından hazırlanan Önemli Doğa Alanları kitabında yer alan botanik bölümünün de temelini oluşturuyor. Toplam büyüklüğü 11 milyon hektar olan ÖBA’lar, Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yüzde 13’üne denk geliyor. ÖBA’ların yaklaşık yüzde 94’ü en az bir, yüzde 75’i ise birden fazla tehditle karşı karşıya.
27. Avcılığın Türkiye doğal yaşamı üzerindeki baskısının en aza indirilmesi için etkin çalışmalar yürütüldü. 1937 tarihli Kara Avcılığı Kanunu’nun yenilenmesine katkıda bulunuldu. Anadolu leoparı (Panthera pardus) ve sırtlan (Hyaena hyaena) korunan türler arasına alındı; kurtların (Canis lupus) avlanmasına kısıtlama getirildi.
Avcılık, memeliler ve kuşlara yönelik en büyük tehditlerden biri olması nedeniyle DHKD’nin 1975 yılındaki kuruluşundan itibaren, derneğin gündemindeki en önemli konulardan biri oldu. 1990’larda ÖKA projesi kapsamında, birçok alan ve türün av yasağı kapsamına alınması ve avcılığa çeşitli kısıtlamaların getirilmesi için yoğun koruma, lobi, eğitim faaliyeti ve kampanyalar yürütüldü. Her yıl toplanan Merkez Av Komisyonu’na (MAK) resmi davetli olarak katılınarak bu toplantılarda korumacı kararların alınması için etkin mücadele verildi. Çok sayıda türün avının yasaklanması ya da kısıtlanması, birçok alanın ava kapatılması ve avcılık yapılabilecek günlere ve miktarlara kısıtlama getirilmesi sağlandı. Merkez Av Komisyonu’nun sadece bir kitapçık olarak yayınlanan kararlarının, Anadolu’nun en ücraköşelerine ulaşması için korumacı kararları ön plana çıkaran binlerce posterin basımı ve dağıtımı gerçekleştirildi. Ülke çapında kahvehane ve avcılık kulübü ziyaretleri yapılarak bilinçlendirme faaliyetleri yürütüldü. Süha Umar başkanlığındaki Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı ile işbirliği içinde yürütülen çalışmalarla, günün doğa koruma yaklaşım ve ihtiyaçlarına uymayan hükümler içeren, doğal yaşam üzerinde baskıyı engellemekte yetersiz kalan 1937 tarihli 31167 sayılı Kara Avcılığı Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi ve 2003 yılında 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu adıyla TBMM’de kabul edilmesi süreçlerine destek olundu. Bu çabaların sonucunda, Türkiye’de yok olma eşiğinde olmasına rağmen ‘zararlı hayvanlar’ kategorisine dahil edilmiş leopar ve sırtlan gibi türlerin yasal korunma altına alınması sağlandı. Buna ek olarak, yeni yasada kurtların avlanmasına da kısıtlama getirildi. Çalışmalarının sonuçlarının değerlendirebilmesi için de 20 yıla ihtiyaç olduğu anlamına geliyor.
29. Kaş’ta teknelerin deniz tabanına verdiği zararın azaltılması için önemli dalış noktalarına şamandıralar yerleştirildi.
2002 yılında, WWF-Türkiye ve WWF-Akdeniz Ofisi tarafından “Ekolojik Bölge Ölçekli Koruma ve Sorumlu Turizm Projesi” kapsamında, Likya kıyılarında denizel biyolojik zenginlik araştırmaları başlatıldı. Bu araştırmalar sonucunda Kaş, Likya kıyılarında (Antalya Patara arasındaki kıyı şeridi) Tekirova’dan sonra ikinci zengin alan olarak belirlendi. Bölgenin biyolojik zenginliğinin yanı sıra, dalış kulüplerinin bu zenginliği koruma konusundaki duyarlılığı, alanda deniz koruma çalışmalarının başlatılmasını sağladı. WWF Türkiye, dalış kulüpleri, merkezi ve yerel yönetimler ile bölgede ortak doğa koruma çalışmalarına başladı. Hem barındırdığı tür çeşitliliği açısından zengin, hem de denizlerin oksijen kaynağı niteliğindeki deniz çayırlarının (Posidonia oceanica) teknelerin çapa ve demirlerine karşı korunması amacıyla önemli dalış noktalarına şamandıra sistemi kurulması, bu çalışmanın ilk adımı oldu. 2004 yılında, bu tahribatı önlemek amacıyla, ikisi Fener, ikisi Kovan Adası, biri Heybeli Ada olmak üzere ilk etapta beş noktaya şamandıra yerleştirildi. 2009 yılında ise bölgeye beş şamandıra daha eklendi. Çalışma, alandaki ilk şamandıra yerleştirme çalışması olup, gelecekte yapılacak doğa koruma çalışmalarına örnek teşkil etti.
30. Gediz Deltası’ndaki doğal sit statüsünün kaldırılarak imara açılması girişiminin mahkeme kararıyla engellenmesi sağlandı.
WWF-Türkiye, değerli bir kuş cennetine ev sahipliği yapan Gediz Deltası’ndaki sit alanlarında bu statülerin kaldırılması ve alanların imara açılması yönündeki girişimin iptal edilmesi amacıyla İzmir Bölge İdare Mahkemesi’nde dava açtı. Mahkeme, WWF Türkiye’nin, sit statüsünün değişmesi kararına yol gösteren raporun, bölgedeki gerçek durum ile örtüşmediği ve rant amaçlı yazılmış olduğu yönündeki tespitlerini uygun bularak alanın koruma statüsünün tekrar kazandırılmasını sağladı. Bu tarihten beri, İzmir Kuş Cenneti Birliği, İzmirli Sivil Toplum Kuruluşları ve Doğa Derneği, Gediz Deltası’nda liman ve köprü inşaatı gibi güncel tehditleri engellemek için çalışmalarına devam ediyor.
31. Adana, Akyatan’da 2006 yılından bugüne alanda yapılan doğa koruma çalışmalarıyla 200 bine yakın yavru deniz kaplumbağasının denize ulaşması sağlandı. Ayrıca Yaban Hayatı Geliştirme Sahası’nda 71 saz kedisi tespit edilerek Tür Koruma Eylem Planı hazırlandı.
Akyatan Lagünü ile Akdeniz arasında, Seyhan ve Ceyhan nehirleri tarafından şekillendirilmiş, eni dört km, uzunluğu 22 km’yi bulan Türkiye’nin en büyük kumulları yer alır. Bu kumullar, tehlike altındaki yeşil deniz kaplumbağasının (Chelonia mydas) Akdeniz’deki en önemli yuvalama alanlarından biridir. 2006 yılından bu yana, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 7. Bölge Müdürlüğü ve WWF-Türkiye arasındaki işbirliği protokolü kapsamında, her yıl Haziran-Eylül ayları boyunca; yuvalama yapan kaplumbağa sayısı, yuvadan çıkıp denize ulaşabilen yavru sayısı, bölgede türe yönelik tehditler ve yuvadan çıkış dönemleri üzerine veri toplanıyor. Ayrıca deniz kaplumbağası yuvalarının çakallar tarafından tahrip edilmesini ve yumurtaların yenmesini önlemek amacıyla yuvalara kum altı kafesleri yerleştiriliyor. Ek olarak, kumsalın sıcaklık profili çıkarılarak, elde edilen veriler sayesinde yavruların cinsiyet oranları belirleniyor ve uzun vadeli iklim değişikliği çalışmalarına destek olmak üzere veri toplanıyor. Alan çalışmaları kapsamında yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde farkındalık oluşturma faaliyetleri devam ediyor. Çalışmaya katılan 400’ün üzerinde gönüllü, koruma çalışmalarından elde ettikleri deneyimleri, farklı doğa koruma çalışmalarına destek vererek yaygınlaştırıyor. Akyatan Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, genellikle su ve yoğun bitki örtüsü barındıran sazlık ve göl kıyıları gibi alanlarda yaşayan saz kedisi neslinin devamı için elverişli yaşam ortamı sağlıyor. 2010-2012 yılları arasında sahada geliştirilen popülasyon izleme çalışmaları sonucunda, alanda 71 saz kedisi bireyi belirlendi. 2014 yılında, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 7. Bölge Müdürlüğü ile WWF-Türkiye tarafından Adana İli Saz Kedisi Tür Koruma Planı hazırlandı. Akyatan’daki çalışmalar, ülkemizde bir kamu kurumuyla bir sivil toplum kuruluşunun işbirliği protokolü kapsamında yürüttüğü ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaştığı en uzun süreli ortak proje ve uygulanabilir çalışma örneği olarak ulusal ve uluslararası platformlarda temsil ediliyor.
33. Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi Kaş’ı da içine alacak şekilde genişletildi.
Türkiye kıyılarında ekolojik açıdan önemli Deniz Koruma Alanları Ağı’nın oluşturulmasına yönelik doğa koruma ve sürdürülebilir turizm çalışmaları 2002 yılından beri Likya kıyılarında devam ediyor. Alanda yapılan çalışmalardan biri de 2002’de WWF-Türkiye’nin gerçekleştirdiği, Patara-Antalya arasındaki 200 km’lik kıyı şeridini tarayan Denizel Biyoçeşitlilik Araştırması. Bu araştırma, Kaş kıyılarının deniz canlılarının çeşitliliği bakımından bu kıyı şeridindeki ikinci en zengin bölge olduğunu ortaya koydu. Bu sonuçlara dayanılarak WWF-Türkiye tarafından Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’na sunulan alan genişletme teklifi uygun görülerek Bakanlar Kurulu’na sunuldu. 9 Aralık 2006 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile alanın adı Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi şeklinde değiştirildi. Özel Çevre Koruma Bölgesi sınırlarının; yerel dernekler, halk, esnaf, balıkçılar ve dalış kulüplerinin de katkılarıyla Kaş açığında bulunan adaları da kapsayacak şekilde genişletilmesi, proje kapsamında şimdiye kadar yapılan çalışmaların en önemli başarısı.
33. Biyolojik çeşitliliğin korunması için ormanlarda yaşlı ve ölü ağaçların bırakılması prensibinin benimsenmesi sağlandı.
Dünyada ve Türkiye’de geleneksel ormancılık uygulaması, yaşlı ve ölü ağaç gövdelerinin ormandan uzaklaştırılmasını esas alıyor. Oysa bilim insanları, belli sayıda yaşlı ve ölü ağaç gövdesinin varlığının, biyolojik çeşitlilik ve ekosistem sağlığı açısından daha uygun olduğu; ölü ağaç gövdelerinin, toprağın ve suyun sağlığına önemli katkısı bulunduğu konusunda hemfikir. Bu bilgiler doğrultusunda, WWF’in orman uzmanları tarafından hazırlanan “Ölü Ağaçlar ve Yaşayan Ormanlar” kitapçığı, Türkiye’ye uyarlanarak ülke genelindeki bütün orman işletmelerine iletildi. Çeşitli illerde düzenlenen konferanslarla desteklenen bu girişim sonucu Orman Genel Müdürlüğü 2006 yılında, doğa için belli bir oranda yaşlı ağacın ormanlarda bırakılmasına ilişkin bir genelde yayımladı. Bu yenilikçi yaklaşım, Türkiye’de benzer çalışmalara ilham vermenin yanı sıra, aynı konuda yeni araştırmaların başlatılmasına da vesile oldu.
34. Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde bine yakın denizel tür belirlendi. Deniz Koruma Alanı Yönetim Planı tamamlandı ve uygulanmaya başladı.
2009 yılında, Kaş-Kekova’daki denizel biyolojik çeşitliliğin incelenmesine yönelik çalışmalar tamamlandı. Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde, 0-14 metre derinlikteki bitki ve hayvan türlerinin çeşitliliğinin araştırıldığı bu çalışma kapsamında 957 denizel tür belirlendi. Ayrıca, Türkiye’de varlığı yeni keşfedilen 40’ın üzerinde tür kaydedildi. Günümüzde, Kaş-Kekova bölgesine dalış yapmaya gidenler, bu çalışmada belirlenmiş ve keşfedilmiş yeni türleri, su altında kullanım için uygun özel kartlara basılan rehberlerle öğrenmeye devam ediyor.
WWF Akdeniz Program Ofisi koordinasyonunda ve Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın işbirliğiyle Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi Denizel Yönetim Planı hazırlandı. Bu sayede bölgedeki riskler, sorunlar ve ulaşılacak hedefler katılımcı bir yaklaşımla belirlendi; çözümler geliştirildi. Plan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanan, Akdeniz kıyılarındaki önemli biyoçeşitlilik alanlarını koruma amacı doğrultusunda, ilgili ülkelerden sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren MedPAN Güney Akdeniz Projesi kapsamında, 2014 yılında uygulanmaya başlandı.
35. Eğirdir Gölü’ndeki çalışma alanlarında tarım ilacı kullanımı yüzde 50 azaltıldı. Sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaştırılmasıyla göle ulaşan kirlilik yükü hafifledi.
Türkiye’nin ikinci en büyük tatlı su gölü Eğirdir hem biyoçeşitlilik açısından zengin hem de yöre halkına sunduğu tarım, balıkçılık, turizm olanaklarıyla bu zenginliği çevresiyle paylaşan bir alan. Göl çevresinde başta elmacılık olmak üzere yoğun meyve yetiştiriciliği yapılıyor. Bu faaliyetler sırasında kullanılan gübre ve tarım ilaçları, yapılan sulamayla birlikte gölü en çok tehdit eden unsurların başında geliyor. Göksu Deltası, Uluabat Gölü, Beyşehir Gölü gibi alanlardaki yönetim planlama süreçleri sonucunda kapsamlı deneyim kazanan WWF-Türkiye, 2008 yılında yürürlüğe giren Eğirdir Gölü Yönetim Planı’nın tasarım sürecinde aktif olarak yer aldı. Tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğin en önemli tehdit olarak görüldüğü alanda 2008 yılında başlatılan “Yedi Renkli Göle Yedi Renkli Hayat Projesi” ile sürdürülebilir tarıma odaklanıldı.
Proje kapsamındaki eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarıyla modern sulama, doğru gübreleme ve tarımsal ilaç kullanımı üzerine gerçekleştirilen pilot uygulamalar sonucunda sürdürülebilir tarım uygulamaları yaygınlaştırıldı. İl Tarım Müdürlüğü ve Bizim Isparta Derneği’nin de destek olduğu proje dönemi boyunca uygulamaların gerçekleştirildiği pilot sahalarda kullanılan tarım ilacı miktarı yarıya indi. Göle ulaşan kirlilik yükü hafifletildi.
36. Konya Kapalı Havzası’nda “Entegre Havza Yönetimi”ne yönelik uzun soluklu çalışmalarımız “En iyi Uygulama Ödülü” alarak, Birleşmiş Milletler’in Rio+20 konferansında Türkiye’yi temsil etti.
Konya Kapalı Havzası, WWF tarafından belirlenen biyolojik çeşitlilik bakımından dünya çapında önemli 200 ekolojik bölge arasında yer alıyor. WWF-Türkiye’nin havzadaki kısıtlı su kaynaklarının daha etkin, akılcı ve verimli kullanımının sağlanması ve Entegre Havza Yönetimi anlayışıyla katılımcı ve farklı sektörel kullanımların bir arada ele alındığı bir ‘su yönetim modelinin’ havzada hayata geçirilmesini amaçlayan girişimi 2003 yılında başladı.
Paydaşların yoğun katılımı ve katkısıyla şekillenen proje çerçevesinde bir yandan Tuz Gölü, Beyşehir ve Ereğli alt havzalarında planlamaya odaklanılırken, diğer yandan da Konya Havzası’nda su tüketiminin sürdürülebilirliğinin sağlanması için tarımsal sulama öne çıkarıldı. Tarımsal sulamada etkinliğin ve verimliliğin artırılması, bu çerçevede salma (vahşi) sulamanın terk edilip modern sulama yöntemlerine geçilmesini hedefleyen onlarca pilot uygulama ve eğitim gerçekleştirildi. Özel Çevre Koruma Kurumu, tarım teşkilatı, Konya-Altınekin Kaymakamlığı başta olmak üzere pek çok paydaşla işbirliği içerisinde gerçekleştirilen pilot uygulamalarda yüzde 50’leri aşan oranlarda su tasarrufu, üretim veriminde artış, dolayısıyla milyonlarca lira tasarruf elde edildi. Konya Havzası’nda su-tarım-çevre ilişkisi hem yerel hem de ulusal gündeme taşınırken 2009 yılında başlatılan bir girişimle iklim değişikliğinin havzadaki su tüketimi ve yönetimine etkileri üzerine farklı senaryolar üzerinden bir analiz gerçekleştirildi. Su yönetimindeki kayıp bileşen iklim değişikliği, havzadaki tartışmalara dahil edildi.
WWF-Türkiye’nin Konya Kapalı Havzası’nda akılcı su kullanımı ve iklim değişikliğine uyum çalışmaları “En İyi Uygulama Ödülü” alarak, 2012 yılında Birleşmiş Milletler’in Rio+20 konferansında Türkiye’yi temsil eden projelerden biri oldu.
37. Konya'daki ormanların iklim değişikliğine uyumu için yenilikçi yaklaşımlar, planlama ve yönetim süreçlerine entegre edilmeye başlandı.
Dünyada iklim değişikliğinden en çok etkilenecek yerlerin başında Akdeniz havzası geliyor. Yaşanacak sıcaklık artışlarının hem doğrudan sıcak hava dalgalarıyla kendini göstermesi hem de dolaylı olarak canlıların neslini sürdürebilmesi için gerekli ekosistem hizmetlerinde önemli değişikliklere sebep olması öngörülüyor. Ağaçların uzun ömürlü olması da çevresel değişimlere hızlı uyum sağlayamamasına neden oluyor. Bu sebeple ormanlar iklim değişikliğine karşı en hassas ekosistemlerden biri olarak öne çıkıyor. WWF-Türkiye’nin, Orman Genel Müdürlüğü ve Doğa Koruma Merkezi işbirliğiyle yürüttüğü proje kapsamında, iklim değişikliğinin Toros Dağları’ndaki ormanlar üzerindeki olası etkileri irdelendi ve ormanların gelecekteki zorlu koşullara uyum sağlaması için gerekli önlemler geliştirildi. Söz konusu önlemler, Orman Genel Müdürlüğü ile birlikte 20 yıl boyunca orman yönetiminde uygulanmak üzere orman yönetim planlarına entegre edildi. Proje süresince elde edilen deneyimler ulusal ve bölgesel ölçekte paylaşıldı. Proje, iklim değişikliğinin etkilerine karşı Akdeniz ormanlarının varlığını, biyolojik çeşitliliğini ve bölge halkı için gerekli ekosistem hizmetlerini sürdürmesini sağlamayı amaçladı.
38. 1990’lardan bu yana yapılan çalışmalarla Caretta caretta popülasyonlarının artmasına katkı sağlandı; türün Kırmızı Liste’deki statüsü “Tehlikede (EN)”den “Duyarlı (VU)”ya geriledi.
IUCN Deniz Kaplumbağaları Uzman Grubu 2015 yılı sonunda, iri başlı deniz kaplumbağası (Caretta caretta) türü için küresel ölçekte yapmış olduğu değerlendirme sonuçlarını açıkladı. 1996 yılının IUCN Kırmızı Listesi’nde “Tehlikede (EN)” statüsünde yer alan Caretta caretta’ların yeni statüsü, popülasyon açısından tehlikenin biraz azaldığını gösteren “Duyarlı (VU)” oldu.
Akdeniz Havzası ölçeğinde ise, Caretta caretta’nın yeni statüsü, popülasyon artışına dayanarak, “Düşük Riskli (LC)” ilan edildi. Caretta caretta’nın hala Kırmızı Liste’de yer almasına rağmen, özellikle Akdeniz havzasında düşük tehdit kategorisine geçiş yapması, yıllardır çok sayıda kurum ve kuruluş tarafından yürütülen çalışmaların sonuç vermeye başladığını gösteriyor.
Caretta caretta’nın 10 alt popülasyonunu kapsayan araştırmada uzmanlar, dünyanın çeşitli bölgelerine odaklanarak, türün geçmişten günümüze elde edilmiş sayısal verilerini ve karşı karşıya olduğu riskleri değerlendirdi. Caretta caretta türünün Akdeniz değerlendirilmesi için; Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail’de uzun dönem veri toplanan 16 alan seçildi. WWF-Türkiye’nin Çıralı Kumsalı’nda yaptığı uzun dönemli izleme, araştırma ve koruma çalışmalarının verileri, seçilen 16 alandan biri olarak değerlendirmede yer aldı.
Deniz kaplumbağaları göç eden türler arasında yer alıyor. Yumurtadan çıkan her bin yavrudan yalnızca bir tanesi erişkin olana kadar hayatta kalmayı başarıyor. Bir bireyin ergin hale gelip yumurta bırakabilmesi için ise yaklaşık 20 yıl gerekiyor. Bu da, koruma çalışmalarının sonuçlarının değerlendirebilmesi için de 20 yıla ihtiyaç olduğu anlamına geliyor.
39. Denizlerimizde sayıları hızla azalanan Orfoz balığının (Epinephelus marginatus) avlanması Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yasaklandı.
WWF-Türkiye 2002 yılında başta Kaş-Kekova Özel Çevre Koruma Bölgesi olmak üzere, Batı Akdeniz kıyılarında orfoz ve lahoz türlerinin izlenmesine yönelik çalışmalara başladı. Bu çalışmalar sonucu elde edilen veriler, korunan deniz alanlarında orfoz türlerinin avcılığının yasaklanmasını öneren bir görüş metniyle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na iletildi. IUCN Kırmızı Listesi’nde Akdeniz’de “Tehlikede (EN)” olarak belirtilen orfoz balığının, iç sular dahil bütün Türkiye sularında avlanması, toplanması, gemilerde bulundurulması, karaya çıkarılması, nakledilmesi ve satılması Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 2016 yılında yayımlanan Su Ürünleri Tebliği ile yasaklandı. Besin zincirinin en üst halkalarında yer alan orfoz hermafrodit, yani çift cinsiyetli bir balık türüdür. Ortalama 50 yıl yaşayan orfozun yaşam döngüsünde dişi olması için en az 5-8 yıl, erkek olması içinse 12-18 yıl arasında yaşaması gerekiyor. Uzun yaşam döngüsüne sahip orfoz, bu nedenle üreme erginliğine geç ulaşır. Orfozun karşı karşıya olduğu tehditlerin başında habitat kaybı, çevre kirliliği, yasa dışı ve aşırı avcılık geliyor. Üreme dönemlerinde belirli alanlarda toplanmaları nedeniyle avcılar için kolay hedef haline gelmesi de türe yönelik baskıyı artırıyor.
40. Kaş’ın doğal mirasını tehdit eden yeni imar planının mahkeme kararıyla durdurulmasına katkı sağlandı.
Türkiye’nin önemli deniz koruma alanlarından biri olan Kaş’ı yapılaşma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak yeni çevre düzeni planının hazırlanma aşamasında yerel halk, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerinin görüşü alınmadı. Buna ek olarak, nüfus projeksiyonunun yanlış hesaplandığı ve planla getirilen yeni turizm alanlarının sürdürülebilir turizm anlayışına uymadığı tespit edildi. Ayrıca, imar planına karşı yasal bir süreç başlatılmasının yanı sıra, planın iptali için başlatılan kampanyada 20 bine yakın imza toplandı. Bölgede yaşayan 31 kişinin açtığı ve WWF-Türkiye’nin de müdahil olduğu dava kararında ise, “dava konusu işlemin çevre düzeni planına ilişkin olması, uygulanması durumunda devamında yapılacak planlar ve işlemlerle birlikte yapılaşmaya neden olabileceği dikkate alındığında, telafisi güç veya imkansız zararlara da neden olacaktır” cümlesine yer verildi ve planın yürütmesi Antalya Dördüncü İdare Mahkemesi’nin kararıyla durduruldu. Bilirkişi raporunda söz konusu planın, bir Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin gereklilikleriyle çeliştiğine, sit ve orman alanlarını tehdit ettiğine dikkat çekildi.