Uludağ'ın ''Alan Başkanlığı'na'' Değil Daha Fazla Korumaya İhtiyacı Var

Güncelleme Tarihi December, 20 2022

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 25.11. 2022 tarihinde bir grup milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulan 229 sayılı kanun teklifine göre, Uludağ Milli Parkı’nın bir bölümünde “Alan Başkanlığı” adı altında yeni bir düzenlemenin hayata geçirilmesi ve yaklaşık 2 bin ha alanın Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nden, “Uludağ Alan Başkanlığı’na” devredilmesi öngörülmektedir.
Uludağ 
 
Bursa ilinin en önemli sosyal, ekonomik ve ekolojik değerlerinden biri olan ve kentin güneyinde yer alan Uludağ, 2.543 m’ye ulaşan kütlesiyle Marmara Bölgesi’nin en yüksek zirvesini oluşturur. Toplam genişliği 107.282 hektardır. İlk çağlarda “Olympos” adıyla bilinen dağın bitki örtüsünde yer alan pek çok nadir tür adını (olympica) bu dağdan alır. Batıkuzeybatı/doğu-güneydoğu doğrultusunda tek bir dağ silsilesi halinde yaklaşık 40 km uzanır. Oldukça izole haliyle Uludağ, Karadeniz Dağları’nın batı uzantısı olarak da kabul edilebilir. Batısındaki verimli Bursa Ovası’na inmeden önce, dağın açık ve ağaçsız zirveleri bir dizi yüksek platoya doğru alçalır: Sarıalan, Kirazlı, Kadı ve Sobra yaylaları bunlardan bazılarıdır. Dağın asıl zirvesinin altında üç buzul sirki ve bir dizi küçük buzul gölü (Aynalı Göl, Karagöl ve Kilimli Göl) bulunur. İklimi, alt kesimlerden zirveye doğru aşamalı olarak değişim gösterir. Bursa şehrine bakan alt kesimlerindeki Akdeniz iklimi zirveye doğru yerini nemli mikro-termik iklime terk eder. Yüksek rakımlarda ise kışları buzlu koşullar hakimdir.  
 
Doğa Koruma Açısından Önemi 
 
Bitki örtüsü, en alt kesimlerden zirveye kadar aşamalı olarak değişim gösterir. Akdeniz maki ve frigana bitki örtüsünden (0-350 m) sonra orman kuşağı karışık kestane (Castanea sativa) ormanları başlar (350-700 m), doğu kayını (Fagus orientalis) ormanları (700-1500 m) devam eder ve adını buradan alan endemik Uludağ göknarı (Abies nordmanniana ssp. bornmuelleriana) topluluklarıyla (1.500-2.100m) devam eder. Orman kuşağı 2000 m’nin üstünde yerini subalpin fundalıklara ve alpin çayırlıklara bırakır. 
 
Uludağ’ın olağanüstü bitki örtüsü, 96’sı ülke çapında nadir, toplam 791 taksondan oluşur. Bunlar arasında en az 25 takson yalnızca Uludağ’a kayıtlıdır (endemik). Zengin bitki örtüsünü Akdeniz ve Avrupa-Sibirya floristik bölgeleri arasındaki konumuna borçlu olan Uludağ’ın florasında %63 Avrupa-Sibirya, %31 Akdeniz elemanı yer alır. Sahip olduğu ilginç özellikler nedeniyle Uludağ, çok eskiden beri ünlü botanikçilerin dikkatini çekmiş ve bugüne kadar yaklaşık 100 taksonun tipörneği buradan toplanmıştır. 

Küresel ölçekte tehlike altında olan bitki türleri: 3 takson Galanthus plicatus ssp. byzantinus [END V], Linum hirstutum ssp. anatolicum var. platyphyllum [END V**], Olymposciadium caespitosum [END V*] 
 
Avrupa ölçeğinde tehlike altındaki türler: 54 takson 
 
Ulusal ölçekte nadir diğer türler: 39 takson 
 
Alandaki türlerden 2’si Bern Sözleşmesi Ek Liste I’de yer alır: Cyclamen coum, Teucrium lamifolium ssp. lamifolium. 
 
Bu özellikleriyle Uludağ, WWF-Türkiye tarafından 2005 yılında tamamlanan bilimsel çalışmalara istinaden Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanı’ndan biri (ÖBA) olarak belirlenmiştir. 
 
Uludağ’ın önemi bitki örtüsüyle sınırlı değildir. Ciddi bir yaban hayatına sahip olan Uludağ barındırdığı sakallı akbaba ve kaya kartalı üreme popülasyonları ile aynı zamanda Türkiye’nin Önemli Kuş Alanlarından (ÖKA) biridir. 
 
Ekosistem Hizmetleri: Su Temini, Toprak Koruma, İklim Düzenleme 
 
Uludağ gibi zirvesi karla, etekleri ormanlarla kaplı yüksek dağların önemi ve görevi, barındırdığı biyoçeşitlilikle bitmez; bu alanlar aynı zamanda doğa ve insan için paha biçilmez ekosistem hizmetleri sunar.  Tatlısu kaynaklarının sürdürülebilirliği, bu dağlardaki su döngüsünün, arazi ve toprak yapısı ile bitki örtüsünün sağlıklı bir şekilde varolmasına ve işlemesine bağlıdır. Bursa'nın su ihtiyacının yüzde 90’ı bu havzadan karşılanır. Yağışlarla düşen suyun bir bölümü yüzeysel akışla dereleri beslerken bir bölümü de ormanlardaki ağaçlar, bitkiler ve ölü örtü tarafından tutularak kontrollü bir şekilde toprağa geçer. Dik yamaçlar üzerindeki  bitki örtüsü aynı zamanda toprağı erozyona karşı korur. İyi korunmuş sağlıklı ormanlar, iklim değişikliğinin etkilerine karşı en önemli silahlarımızdan biridir. Bu nedenle, Uludağ, Bursa ovasındaki verimliliğin ve bu bölgede yaşayan insanlar için sağlıklı bir geleceğin sigortasıdır. Alanın millî park olarak koruma altına alınmasının arkasında yatan nedenlerden biri de budur. 
 
Uludağ Milli Parkı 
 
Türkiye’nin ilk milli parklarından biri olarak, 20.09.1961 tarihinde, 11.338 ha’lık bir bölümü koruma altına alınan Uludağ’da milli park sınırları daha sonra genişletilerek 12.732 ha’a çıkarılmıştır (Uludağ’ın toplam genişliğinin yaklaşık %12’si). Milli Park sınırları, dört önemli zirveyi ve kış sporları merkezini içine alır. Buna ek olarak Milli Park sınırına kadar Uludağ yamaçları, Doğal Sit Alanı ilan edilmiştir.  
 
 
Sorunlar 
 
Botanik değerleri ve yaban hayatı ile Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde önemli doğal alanlarından biri olan Uludağ’ın bir milli park olarak 61 yıldır ulusal ve uluslararası doğa koruma alanları sisteminin bir parçası olmasını sağlayan bu değerler son zamanlarda artan insan baskısıyla karşı karşıyadır. WWF-Türkiye tarafından 2005 yılında tamamlanan Türkiye’nin 122 Önemli Bitki Alanları adlı çalışmada Uludağ’ın biyolojik çeşitliliğine yönelik şu sorunlara dikkat çekilmektedir: 
 
İstanbul’a yaklaşık 90 km uzaklıktaki Türkiye’nin dördüncü büyük kenti, Bursa’nın hemen yanıbaşında yükselen Uludağ’ın karşı karşıya bulunduğu en önemli tehditlerden biri ziyaretçi baskısıdır. Yaklaşık 20 milyon insanın kolayca ulaşabileceği uzaklıktaki milli park, her yıl 1 milyonu aşkın kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Kış turizmiyle birlikte 1940’lı yıllardan beri süregelen yoğun yapılaşma ve bunlara bağlı olarak gelişen yol yapımı, teleferik hattı, şu şebekesi gibi altyapı çalışmalarıyla dağın yüksek kesimlerindeki bitki örtüsünün önemli bir bölümü zarar görmüştür. Devam eden yapılaşma, alanın bitki örtüsü ve yaban hayatı için gerekli doğal yaşam ortamlarının azalmasına ve bozulmasına yol açmaktadır.  

Kanun Teklifinin Muhtemel Etkileri ve Önerimiz 
 
Sözkonusu teklif ve gerekçesi incelendiğinde, asıl amacın alandaki turistik gelişimi (özellikle daha fazla sayıda insana hizmet verecek kış turizmi) kolaylaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Yasalaşması halinde Alan Başkanlığı uygulaması, Uludağ Milli Parkı ve çevresindeki yapılaşma sürecine yeni bir ivme kazandırarak, Uludağ ormanlarının, yaban hayatının, botanik değerlerinin, su kaynaklarının ve kentin iklim değişikliğine karşı uyum becerisinin hızla aşınarak bozulmasına yol açacaktır. 
 
Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından yapılan tanımı gereği milli parklar, doğa korumanın yanısıra eğitim ve rekreasyon gibi hizmetler sunabilir. Ancak bu faaliyetlerin, alanın taşıma kapasitesi sınırları içinde, doğa koruma hedefini destekleyici ve onunla uyumlu bir nitelikte olması gerekir. Bu çerçevede milli parklardaki yönetim amacı, kitle turizmine yönelik talebe azami düzeyde cevap verebilecek bir kapasite yaratmak ve bunun için gerekli altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek değildir.  
 
Nitekim, son yıllarda korunan alanlarda hızla yaygınlaşan ve doğal varlıklar ile yerel kültürlerin korunmasını, turizm sayesinde elde edilen faydadan daha çok yöre halkının fayda sağlamasını gözeten çevresel etkisi düşük “ekoturizm”, “doğa temelli turizm” gibi “kitlesel turizme” alternatif kavramlar da bu noktadan hareketle doğmuştur. Milli parklarda ziyaret amacı, bitki örtüsü ve yaban hayatıyla doğayı tanımak, anlamak ve keşfetmektir. Bu tür korunan alanlardaki turizm anlayışı, mümkün olduğu ölçüde araçla ulaşım için gerekli yol ağları yerine yerel rehber eşliğinde doğa yürüyüşünü teşvik eder. Otel-motel gibi konaklama tesislerinden ziyade günübirlik ziyaret veya çadırlı konaklama ya da kamp imkanları sunar. Ziyaretçi yönetim planı kapsamında belirlenen taşıma kapasitesi sınırları içerisinde, doğal hayatı korumak için, alana giriş kısıtlanabilir.  
 
Son zamanlarda yayımlanan bilimsel raporlara göre dünyadaki doğa/biyoçeşitlilik kaybı alarm verici düzeydedir.  Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu’nun (IPBES)  2019 yılında yayımladığı rapor, 1 milyon canlı türünün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır. IUCN’in “Kırmızı Listesi”ndeki türlerin ¼’ünden fazlası, insan faaliyetleri nedeniyle yok olma tehlikesi altındadır. WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu’na göre son elli yıl içerisinde omurgalı canlı popülasyonları %69 azalmıştır. Ülkemizde de bu verilerin somut örnekleri görülmektedir (ör, yüksek dağlarda ve yaşlı ormanlarda yaşayan kartal, akbaba gibi yırtıcı kuşların azalması). Uzmanlara göre, dünya 6. Büyük Yokoluş’a doğru gitmektedir. 
 
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz iklim krizi ve 3 yıldır hepimizi derinden etkileyen küresel salgın gibi devasa sorunlar doğayla kurduğumuz yanlış ilişkinin bir sonucudur. Ne yazık ki doğayı görülmemiş bir şekilde yok etmeye devam ederken, geleceğimizin sigortası olan doğal sistemleri de tehlikeye atıyoruz. Doğadaki azalma/yok olma eğilimini durdurup tersine çevirmek için çok kritik bir dönemeçteyiz. İklim krizi ile mücadele etmek, gıda ve su güvenliğini sağlamak, gelecekte karşılaşacağımız küresel salgınlara karşı dayanıklılığımızı artırmak, bugün atacağımız doğru adımlara bağlı. Bugünlerde Kanada’nın Montreal kentinde yapılan Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’nin 15. Taraflar Konferansı’nda belirlenecek 2030 hedeflerinin birisi de korunan alanların %30 seviyesine çıkarılmasıdır2. WWF-Türkiye tarafından hazırlanan Korunan Alanlar Raporuna (2021) göre, ülkemizde halen %10 civarında olan korunan alanlarımızı hızla %30 seviyesine çıkarmamız ve bu alanların daha iyi korunmasını sağlamamız gerekiyor.  
 
Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından tanımlanan ve uluslararası seviyede tanınan milli park statüsü, bulunduğu coğrafyaya dünya çapında prestij kazandıran önemli bir marka değeridir. Buna karşılık, uluslararası literatürde Alan Başkanlığı şeklinde tanımlanmış ve evrensel düzeyde kabul görmüş bir uygulama olmadığı gibi son yıllarda bu isim altında yönetilen iki alanda öngörülen başarı sağlanamamıştır. 
 
Sonuç olarak, milli parklarımızı ve korunan alanlarımızı nicelik ve nitelik bakımından zayıflatacak “Alan Başkanlığı” teklifinin geri çekilerek, Uludağ ve diğer önemli doğal alanlarımızın bütünsel bir yaklaşımla daha iyi korunmasını sağlayacak yeni korunan alanlar oluşturmanın ve bunları birbirine bağlayacak ekolojik koridorlar yaratmanın; hatta Milli Parklar Genel Müdürlüğü gibi doğa için çalışan kurumları daha da geliştirip güçlendirmenin geleceğimiz adına tarihi bir adım olacağına inanıyoruz.   

Dr. Sedat Kalem, WWF-Türkiye Doğa Koruma Direktörü 
 
 
WWF
© WWF

FAYDALI BİLGİLER